Tahran’da gerçekleştirilen ve sorumluluğu IŞİD tarafından üstlenilen intihar eylemlerinin arkasında hangi amaç yatıyor? Uzmanlar, taşeron diye nitelendirdikleri bu örgüt yerine büyük resme odaklanılması gerektiğine değiniyor ve ekliyor: Bu saldırı, ABD’nin Ortadoğu’da egemenlik kurma amacıyla Türkiye, İran ve Katar’a yaptığı bir uyarı.
İran’ın başkenti Tahran, İran parlamentosu ve İmam Humeyni türbesini hedef alan iki farklı terör saldırısına tanıklık etti. Saldırıları Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) üstlendi. Bilgi doğrulanırsa bu; IŞİD’in İran’daki ilk saldırısını gerçekleştirdiği anlamına gelecek. Ancak saldırının IŞİD tarafından üstlenilmiş olmasının yanı sıra Tahran’ın böyle bir saldırıya tanıklık etmesi bile başlı başına önemli. Zira İran, özellikle 2005-10 yılları arasında Pişin, Ahvaz, Çahabar ve Zahidan gibi çeşitli bölgelerine yönelik bombalı saldırılara tanıklık etmiş olsa da; saldırı hem düzenleniş biçimi hem de düzenlediği yerin İran’ın başkent olması itibariyle önemli farklar barındırıyor.
Sputnik’e konuşan güvenlik uzmanı Abdullah Ağar’a göre saldırı, İran karşıtı güçlerin silahlı eylem ve ayaklanma çağrılarının hemen ardından gelmesi ve şimdiye kadar İran’da herhangi bir eylem gerçekleştirmemiş olan IŞİD’in bu saldırıyı üstlenmiş olması itibariyle şaşırtıcı ve manidar.
‘SÜNNİ GRUPLAR IŞİD’LEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR’
Şimdiye kadar İran’da gerçekleştirilmiş olan saldırıların Ahvaz Arapları, PKK veya Belluci kökenli olduğuna değinen Ağar “DEAŞ Tahran’da böyle bir eylem yapma kapasitesi varsa neden böyle bir eylemi daha önce gerçekleştirmedi. DEAŞ’ın en büyük düşmanlarından birisi Şiiler ve önüne gelen Şiileri katletti. Peki neden İran’da daha önce gerçekleştirmedi? Bu sorgulanmalı. Bir de dün Molla karşıtı güçlerin silahlı eylem ve ayaklanma çağrısı yaptı. Bu açıklamanın üzerine böyle bir saldırının gelmesi de dikkat çekici. Bu yapı Sünni kökenli ve İran’ın güneybatısında Saddam’ın savaş başlatmasına sebep veren Sünni Arap tabanlı yapılar var. Ben bu yapılarla bağlantılı bir fotoğraf görüyorum”dedi.
O bölgedeki Sünni tabanlı yapıların IŞİD’leştirilmesinin söz konusu olduğunu söyleyen Ağar “Bu coğrafyada kaosu çözmek isteyenler, oradaki toplumsal tabanla IŞİD arasına bir yalıtkan yerleştirmek zorunda. Oradaki toplumsal tabanı ötekileştirilmesi ve marjinalleştirilmesi söz konusu. Bu yüzden bu yalıtkan koyulmadan IŞİD’le mücadele edilemez” diye konuştu.
IŞİD için çeşitli ülkeler tarafından bölgedeki dizayn için kullanılan ‘kötü çocuk’ benzetmesi yapan Ağar “IŞİD 2013 Nisan’ına kadar Irak’ta yüzde 5 seviyesinde silahlı etkiye sahipti. O zamana kadar Irak’taki silahlı Sünni gruplar Saddam’ın devamı olan Baasçıların yani Nakşıbendi ordusunun kontrolündeydi. O tarihten sonra IŞİD üzerinden teröre evrildiler. Çünkü öyle istendi. Toplumsal destek IŞİD’den çekilmeden örgütün ortadan kaldırılması mümkün değil. Bütün sorunlar IŞİD havuzuna atılarak onun temsiliyet gücü artırılıyor. Aslında öyle bir gücü yok. Bir şekilde oradaki insanlar IŞİD’leştiriliyor ve kendi haklarını kaybediyor. Oradaki halklar travmatize olup geleceğe düşmanlık tohumları saçıyor. Mesele IŞİD meselesi değil, oradaki haklarını kaybetmiş cehalete mahkum edilmiş ve kandırılan taban problemi. Büyük insanlık dramının terör örgütleri tarafından istismar edildiği göz ardı ediliyor. Rusya ve coğrafyadaki ülkelerin bu istismarın önünde durmada çok büyük etkisi olabilir ” diye ekledi.
İRAN, ABD’NİN HEDEF TAHTASINDA’
Sputnik’e konuşan ANKA Enstitüsü Başkanı Rafet Aslantaş’a göreyse, “taşeron örgüt” olarak nitelediği IŞİD’in İran’a yönelik saldırıları üstlenmesi hiç şaşırtıcı değil. Aslantaş saldırının, ABD’nin Suudi Arabistan’ı kullanarak, İran’la yakınlaşan Katar’ın yalnızlaştırıldığı bu dönemde gerçekleşmiş olmasının doğal gaz havzaları konusu üzerinden yakınlık kurmaya başlayan Katar ve İran’a yönelik net bir mesaj niteliğinde olduğunu savunuyor. İran’a yönelik bu saldırının ABD’nin bölgede gücünü ve bölgedeki İran karşıtlığını artırma çabası ile Çin’in bölgedeki olası gücünü kırmayı hedefleyen bir stratejinin parçası olduğunu ifade eden Aslantaş saldırının olası güdüsünü söyle açıklıyor:
“İran’a mesaj vermeyi hedefleyen bu saldırıyı doğru okumak lazım çünkü İran’a yönelik saldırı ile ABD’nin bölgede gücünü artırması arasında anlamlı bir ilişki var. 20 Mayıs’ta ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaret bu sürecin önemli bir kilometre taşıydı. Washington ve Riyad 110 milyar doları silahı kapsayan ve toplam 350 milyar dolarlık anlaşmalar imzaladı. Pentagon’dan yapılan açıklamaya göre bu son dönemde yapılan en büyük silah anlaşmasıydı. Böyle bir silah alımı, alım yapan ülkenin caydırıcılığını artırabileceği gibi o ülkenin güç zehirlenmesi yaşamasına da sebep olabilir. Saddam örneği bize bunu gösterdi çünkü Saddam da başta silahlandırılmıştı.”
İran’a yönelik saldırının İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Katar Emiri Temim bin Hamad el-Sani’nin telefon görüşmesi gerçekleştirerek iş birliğini artırmak yönünde mutabakata varmasının takip ettiğini hatırlatan Aslantaş “ABD, Ortadoğu’da etkinliğini artırmak istiyor. Bu yüzden karşısında, doğal gaz havzaları konusunda iş birliğine giden bir Katar ve İran ikilisi istemiyor. ABD’nin İran karşıtı politikasına bağlı bir diğer olay ise dün ABD’ye ait savaş uçaklarının, Türkiye, İran ve Rusya’nın girişimiyle kurulan güvenli bölgelerden birisinde yer alan Tanf yakınlarında Suriye ordusuyla hareket eden güçleri vurmasıydı. Oradaki güçler de Şii milislerdi. Bu da İran’ın hedef tahtasında olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.
‘ABD ORTADOĞU’DA YAPTIĞI MASRAFLARI TAHSİL ETME PEŞİNDE’
ABD’nin Ortadoğu’da güç sahibi olmayı ve 2003’ten bu yana bölgeye müdahale için yaptığı masraflarını gidermeyi hedeflendiğini söyleyen Aslantaş “ABD’nin, politikanın göbeğine Suudi Arabistan’ı oturtarak bariz bir şekilde Ortadoğu’yu domine etme çabalarına tanık oluyoruz. Yakında bölgede, Hollywood senaryolarına konu olabilecek kadar ciddi değişiklikler ve çatışmalara da tanık olabiliriz. ABD, mezhep çatışmalarını ve İran karşıtlığını körüklemeye çalışıyor. ABD, bu çatışmaları yaratarak 2003’ten bu yana Ortadoğu’ya müdahil olmak için yaptığı harcamaların bir nevi bölge ülkelerinden tahsil etmeyi amaçlıyor. Katar bu geri ödemeye razı olmadığı için hedefte” dedi ve ekledi:
“2011’de başlayan Suriye krizinin ana nedenlerinden biri Katar doğal gazının doğu Akdeniz’e aktarılması için bölgenin şekillendirilmesiydi. O dönem anahtar ülke rolünde olan Katar, şimdilerde ABD öncülüğündeki Batı bloğu ile Rusya odaklı blok arasında kalmış durumda.”
‘ZARİF’İN ZİYARETİ TÜRKİYE VE İRAN İÇİN ÖNEMLİ FIRSAT’
ABD’nin Türkiye’yi de bu çatışmada taraf haline getirmeyi amaçladığına vurgu yapan Aslantaş “Üstelik Türkiye de İran karşıtlığına dahil edilmeye çalışılıyor. Ancak İran’a karşı oluşmakta olan bu cephenin içinde Türkiye’nin yer alması ülke açısından son derece tehlikeli. Türkiye bu süreçte herhangi bir şekilde yer almamalı çünkü doğacak çatışmalardan çıkar sağlaması söz konusu veya mümkün değil” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmelerde bulunmak üzere bugün Ankara’ya geliyor olmasının Türkiye ve İran için bir fırsat olduğuna değinen Aslantaş “Türkiye bu ziyaretin getirdiği fırsatı iyi değerlendirmeli ve İran’la ilişkilerini güçlendirilmeli. Çünkü çatışmanın önüne geçmenin tek çaresi bölgedeki diyaloğu artırmak ki bundan sonra Rusya, İran ve Türkiye çatışmaların azaltılması amacıyla daha aktif rol oynayabilir” dedi.
Bölgedeki makro gelişmeler incelenirken unutulmaması gereken bir diğer aktörün de İngiltere olduğunu hatırlatan Aslantaş “Gerilimin başlamasının ardından Kuveyt araya girdi. Kuveyt denilince akla İngiltere geliyor. İngiltere’de seçim öncesi hükümet elini güçlendirmeyi hedefliyor. Güçlenmenin yolunun Ortadoğu’da hakimiyetini artırmaktan geçtiğini farkında olan İngiltere, çatışma değil ikna yoluyla fayda sağlamaya çalışacaktır. Bu yüzden de Kuveyt, Ürdün ve Mısır’ın sıcak çatışmalar içerisinde yer almasını istemez” diye ekledi.
(Kaynak: sputniknews)