Din alimleri, tevhidin tür ve derecelerini kendi eserlerinde saydıkları gibi bizde onların her birini Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin şahitliğinde kısaca ele alıyoruz
1. Zat’ta Tevhit
Zati tevhitten maksat; Allah Teâlâ’nın birliği ve benzerinin olmadığıdır. O’nun için benzer ve denk bir varlığın olması olanaksız ve mümkün olmadığından bu böyledir.
Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
{لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ}
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir. (Şura Suresi, 11. Ayet)”
Ayrıca şöyle buyurmaktadır:
{قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ * اللَّهُ الصَّمَدُ * لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ * وَ لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً أَحَدٌ}
“De ki: O, Allah bir ve tektir. Tüm ihtiyaç sahipleri Allah’ı kastetmektedirler. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur. (İhlas Suresi, 1-4. Ayetler)
2. Halikiyette (Yaratılışta) Tevhit
Alemde Allah’tan başka Halik ve yaratıcı yoktur ve varlık örtüsüne bürünen gökler ve yeryüzü, dağlar ve denizler, maden ve unsurlar, bitki ve ağaçlar ve… hepsi Allah’ın mahlukudur. Onların vücutlarının aslı, eylemleri ve eserlerinin tamamı O’nun mahluku ve ürünüdür. Güneş ve sıcaklığı, ay ve ışığının yansıması, ateş ve yakması ve sairi sebepler, illetler, müsebbip ve sebebiyetlerin hepsi Hak Teâlâ’nın yaratıklarıdır:
{قُلِ اللَّهُ خالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَ هُوَ الْواحِدُ الْقَهَّارُ}
“De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, karşı durulamaz güç sahibidir. (Ra’d Suresi, 16. Ayet)”
Aynı şekilde şöyle buyurmuştur:
{اللَّهُ خالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَ هُوَ عَلى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ}
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekîldir. (Zümer Suresi, 62. Ayet)”
{ذلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لا إِلهَ إِلاَّ هُوَ خالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ}
“İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin… (En’am Suresi, 102. Ayet)”
Öte yandan ilahi irade ve meşiyyet her şeyin nedenler yoluyla ve kendi özel şartlarıyla varlık bulmasını öngörmüştür. Dolayısıyla cihanı mahluk bilmek, varlıklar arasındaki illiyet ilişkisini nefyetmek anlamında değildir.
3. Rububiyyette Tevhit
Alemin yönetim ve idaresi eşsiz müdebbir, tek işgüzar ve hiçbir varlığın yardımda bulunmadığı varlıktır. Sadece Allah, varlıkların yönetici ve müdebbiridir. Bu ayette buyurduğu gibi:
{إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّماواتِ وَ الْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوى عَلَى الْعَرْشِ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ}
“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (aşamada) yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. (Yunus Suresi, 3. Ayet)”
{اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّماواتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَها ثُمَّ اسْتَوى عَلَى الْعَرْشِ وَ سَخَّرَ الشَّمْسَ وَ الْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى يُدَبِّرُ الْأَمْرَ}
“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. Her işi evirip düzenler. (Ra’d Suresi, 2. Ayet)”
4. Teşrii ve Kanun Koymada Tevhit
İnsanlar için kanun koyma ve yasama Allah’a mahsustur. Sadece O, beşeri toplum için yasama yetkisine sahiptir ve başkaları bu yetkiye sahip değillerdir.
Allah Teâlâ konu hakkında şöyle buyurmaktadır:
{إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ إِيَّاهُ}
“Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. (Yusuf Suresi, 40. Ayet)”
Bu ayet, hükümranlığı Allah’a mahsus bilmektedir. Ayetteki hükümranlıktan maksat, teşrii ve yasama boyutudur. Mezkur ayete göre Allah’tan başka hiç kimse emir ve yasak koyamaz ve bir şeyi helal veya haram edemez.
Hakimiyetten maksat teşrii hakimiyet olduğuna göre ayette geçen “emere ella te’budu illa iyyahu” cümlesindeki “emere” (emretmiştir) kelimesinden maksat “Teşrii Emir”dir.
Kur’an-ı Kerim başka bir yerde şöyle buyurmaktadır:
{أَ فَحُكْمَ الْجاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَ مَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ}
Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü (senden) istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir? (Maide Suresi, 50. Ayet)”
Bu ayet, yasaları “ilahi” ve “cahiliyet” olmak üzere iki çeşit olarak belirlemiştir. Beşerin düşüncesinden çıkmış ve ilahi vahiy tarafından onaylanmamış şeyler, gayri ilahi ve cahiliyet olarak sayılmıştır.
5. Kulluk ve İtaatte Tevhit
Yalnız Allah’a İtaat ve kulluk farzdır ve O’nun emir ve yasakları yerine getirilmelidir. Allah’ın izini ve emri dışında O’ndan başkasına itaat doğru değildir. bu durumlar dışında her itaat haram ve itaatte şirke sebep olacaktır:
{وَ ما أُمِرُوا إِلاَّ لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ}
“Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak Allah’a kulluk etmeleri, emrolunmuştu.(Beyyine Suresi, 5. Ayet)”
“Din” bu ayette itaat anlamına gelmektedir. Yani, yalnızca O’na itaat etsinler ve O’nun dışındakilere kulluk etmesinler. Elbette Peygambere (s.a.a) itaatte Allah’ın emriyle farzdır:
{وَ ما أَرْسَلْنا مِنْ رَسُولٍ إِلاَّ لِيُطاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ}
“Biz her peygamberi Allah’ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. (Nisa Suresi, 64. Ayet)”
Başka bir ayette Peygambere (s.a.a) itaati, Allah’a itaat etmek olarak saymıştır:
{مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطاعَ اللَّهَ}
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. (Nisa Suresi, 80. Ayet)”
Dolayısıyla, Peygamber, Ulu’l Emr ve Ebeveyne itaat Allah’ın izni ve emriyle farzdır ve bu durum dışında onlara itaat etmek farz olmadığı gibi, caiz bile değildir. Zati olarak itaat edilecek tek varlık Allah’tır, başkaları ise O’nun izni ve emriyle itaat edilecek olurlar.
6. Hâkimiyette Tevhit
İnsanlara hükümet etme hakkı Allah Teâlâ’ya mahsustur. Başkalarının hükümeti sonuçta Allah’ın hükümetinde son bulmak zorundadır. Zira, beşeri toplumda hükümet, tasarrufla can ve mala karşı güç kullanma ve insanların özgürlüğünü kısıtlamakla iç içedir. Bu işler, yöneticilerin halka velayet hakkından doğmaktadır ve eğer yöneticilerin velayet meşruiyeti olmazsa onların tüm işleri ve girişimleri kanunsuz ve zorla olacaktır. Hiç kuşkusuz hakiki velayet Allah’a mahsustur. İnsanların hakiki sahibi, yaratıcısı ve yöneticisidir. Hiç kimse O’nun izni olmadan kullarına hükümranlık edemez:
{إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلَّهِ يَقُصُّ الْحَقَّ وَ هُوَ خَيْرُ الْفاصِلِينَ}
“Hüküm ve emir ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (En’am Suresi, 57. Ayet)”
Allah Teâlâ başka bir ayette şöyle buyurmaktadır:
{أَلا لَهُ الْحُكْمُ وَ هُوَ أَسْرَعُ الْحاسِبِينَ}
“Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur. (En’am Suresi, 62. Ayet)”
Dolayısıyla halka hükümet etmek yargılamak, düşmanlıkları gidermek ve ister yürütme alanında olsun ve isterse siyasi alanda olsun Allah’a özel bir haktır ve O’ndan başkası yalnızca O’nun izni ile böyle bir hakka sahip olabilir. Bunun dışında, onların hükümeti tağut hükümeti olur ve Kur’an-ı Kerim bir çok ayette bunu yasaklamıştır.
7. İbadette Tevhit
İbadet sadece Allah’a mahsustur. Bu ilke, tüm İslam mezhepleri arasında kabul görmüş ve ittifak edilmiştir. Bu ilkeyi kabul etmekle insan, İslâmî bir kimliğe bürünür ve Müslüman sayılır. “İyyake ne’budu”; “Yalnızca sana ibadet ederiz” şiarı, Müslümanların her günkü şiarıdır ve gün boyunca en az on defa tekrar edilmektedir. Dolayısıyla Allah’tan başkasına ibadet etmek, Allah’tan başkasını ibadette O’na ortak etmek anlamına gelir ve insanın İslam dairesinden çıkmasına sebep olur.
İbadet ve tapınmanın Allah’a has olduğu genel ilkesi konusunda şüphe ve ihtilaf bulunmamaktadır. Bilakis bazı mısdak ve yerlerde acaba Allah’a mı, yoksa Allah’tan başkasına mı ibadet gerçekleşmektedir diye soru işareti doğmaktadır.
Örneğin, dini tören ve bayramlarda bazı kişiler adına kutlama şenliklerinin tertiplenmesi o kişiye ibadet mi, yoksa ihtiram ve saygı mı sayılmaktadır? Eğer ibadet sayılırsa hiç kuşkusuz haram ve şirktir ve eğer ihtiram ve saygı sayılırsa caiz ve hatta müstahaptır.
Soru:
Kur’an, Allah hakkında nasıl böyle bir şey diyebilir: “yedahu mebsutatani”; “Allah’ın elleri açıktır”?
Diyorlar ki: Kur’an-ı Kerim’de geçen ‘haberi sıfatlar’ Allah’ın cisim olduğuna delalet etmektedir. Örneğin: {بَلْ يَداهُ مَبْسُوطَتانِ} “Bilakis Allah’ın elleri açıktır. (Maide Suresi, 64. Ayet)” veya:
{يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ} “Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. (Fetih Suresi, 10. Ayet)”…
Cevap:
Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamberin (s.a.a) ebedi mucizesidir. Beyan tatlılığı ve anlamlarının üstünlüğü açısından bir benzeri yoktur. Belagatin ölçülerinden biride kelamda mecaz kullanmaktır. Büyükler şöyle demişlerdir: “كلام البلغاء مشحون بالمجاز”; “Belagatli kelam, mecazla yüklüdür.” Dolayısıyla birkaç örneğini sunduğunuz bu tür sıfatlar mecaz ve teşbih kabilindendir.
Örneğin halk arasında şöyle derler: ‘Falanın eli kapalıdır (sıkıdır)’ veya ‘falanın eli açıktır.’ her ikisi de cimrilik ve cömertliğe kinayedir. Veya şöyle derler: ‘Üsteki el, çok eldir’ bu da üstün güce kinayedir. Eğer Kur’an: “Yadullahi fevka eydihim”; “Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir.” Diyorsa burada Allah’ın biat edenlerin üzerindeki hakimiyetine kinayeyle vurgu yapılmıştır.
Tecessüm yolunu tutanların bu lafızlar hakkındaki yargısı bunların (mecaz anlamında değil de) hakiki anlamlarında kullanılmasıdır. Bundan dolayı kendilerince Allah için el, ayak, göz ve kulak ispat etmiş ve O’nu insanlar gibi sanmışlardır. Sadece O’nun sakal ve avret yeri hakkında konuşulmaz, bunun dışında her uzuv O’nun için ispat edilebilir demişlerdir.
Bu grup, Kur’an’a gözü kapalı olarak bakmaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
{لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ}
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. (Şura Suresi, 11. Ayet)”
Kur’an’ın mecazını inkar eden,bu lafızların zahiri anlamlarına yüklenmesi gerektiğini ve Kur’an’daki mecazı savunanları tevilci olmakla suçlayan Vahhabi alimlerinden biri, Şia alimlerinden biriyle karşılaşır. Şia ve Şia’nın Kur’an’ı nasıl tevil ettiği hakkında gücü yettiği ölçüde konuşur. İşin ilginç yanı Vahhabi alim körmüş. Bu Şia alimi ona şöyle demiş: “Çok üzgünüm ki siz, Kıyamet günü Allah’ı ve Peygamberini görmekten mahrum kalacaksınız.” Vahhabi alim panikleyerek neden? Diye sormuş. Şia alim şöyle cevap vermiş: “Bu ayetin tanıklığına göre:
{مَنْ كانَ فِي هذِهِ أَعْمی فَهُوَ فِي الْآخِرَةِ أَعْمی وَ أَضَلُّ سَبِيلاً}
“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır. (isra Suresi, 72. Ayet)” kör olan Vahhabi şöyle demiş: “Bu ayet, kalp körlüğü hakkındadır, zahiri körlük hakkında değil.” Şia alimi şöyle yanıt vermiş: “İşte bu sizin inkar ettiğiniz tevildir.” Bunun üzerine Vahhabi alim hakaret etmekten başka bir yanıt bulamamış.
Kur’an’daki mecaz ve tevil nasıl inkar edilebilir ki? Halbuki Kur’an tüm günahları insanların elleriyle yaptıklarına nispet vermekte ve şöyle buyurmaktadır:
{ذلِكَ بِما قَدَّمَتْ يَداكَ وَ أَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ}
“İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir. (Enfal Suresi, 51. Ayet)”
İnsanın tüm günahlarını eliyle işlemediği kesindir. Bir kısmını gözle bir kısmını kulakla, bir kısmını dille ve aynı şekilde… işlemektedir, ancak Kur’an tümünü mecazi olarak ele nispet vermektedir. Çünkü insandaki aktif organ eldir, günah ise insanın kendisine mensuptur.
Ayetullah Uzma Cafer Subhani Tebrizi