Bu Kitap Peygamberin (a.s.a) asrında yazılı haldeydi, ancak tedvin edilmemişti (hali hazırda elimizdeki Kur’an gibi tek bir kitap halinde değildi). Kur’an-ı Kerim Osman zamanında ve onun gözetiminde birkaç yıl boyunca yaklaşık kameri 27 yıllarında bir araya getirilerek Fatiha Suresinden Nas Suresine kadar 114 sure iki cilt arasında toplanmış; Müslümanların inancına göre Kur’an’ın metni mukaddes olup tevatür yoluyla gelmiş ve tilavet edilmesi tekit edilmiş bir müstehaptır.[1] Kur’an’ın İçerdiği Temel Anlamlar Şunlardan İbarettir:
1. Tarihi olaylara işaret (Gazveler, Allah Resulünün (s.a.a) hicreti ve benzeri),
2. Nebilerin kıssaları ve diğer kıssalar,
3. Tevhitsel düşünce ve iman ve İslam’a davet,
4. Şirk ve nifakı nehyetme,
5. Eskatoloji -Maadi tanıma/Diriliş bilimi- ( uhrevi ve ölüm sonrası alemlerin nitelenmesi),
6. Angelolog -Melekler Bilimi (ayını şekilde şeytan, şeytanlar ve cin konularını da kapsar),
7. Fıkhi hükümler,
8. Ahlaki hükümler ( vaaz, irşat ve emribi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münkerin tüm kısımlarıyla birlikte),
9. İlahi ayetlere yönlendirme, afak ve enfüsi harikuladelikler -insanın bizzat kendisi ve dış âlemdeki harikuladelikler) (ki bunların Burhan-ı Nazm veya İtkan-ı Sun’ -Tanrı’nın varlığı için Tasarım Argümanlar- gibi burhanlara benzerliği vardır.
10. Önceki şeraitlere, kitaplara ve semavi suhuflara işaret,
11. Yaratılış kıssası, insanın yaratılışı ve psikolojik olarak insanın tanınması.[2]
Kur’an’ın Tanımı
Kur’an, ilahi icaz içerikli vahiy kitabı olup lafızlarının aynısı Vahiy Meleği Cebrail’in aracılığıyla Alla Teâlâ tarafından Levhi Mahfuz’dan 23 yıl boyunca Peygamberin kalbi ve diline nazil olmuş ve Peygamberin doğrudan ve sürekli gözetimi altında bizzat kendi yakınları ve bir grup vahiy kâtipleri yazmıştır. Ashaplar arasında pek çok Kur’an hafızları Kur’an-ı hıfzedip tevatür yoluyla nakletmişlerdir. Bu Kitap Peygamberin (a.s.a) asrında yazılı haldeydi, ancak tedvin edilmemişti (hali hazırda elimizdeki Kur’an gibi tek bir kitap halinde değildi). Kur’an-ı Kerim Osman zamanında ve onun gözetimi altında birkaç yıl boyunca yaklaşık kameri 27 yıllarında bir araya getirilerek Fatiha Suresinden Nas Suresine kadar 114 sure, iki cilt arasında toplanmış; Müslümanların inancına göre Kur’an’ın metni mukaddes olup tevatür yoluyla gelmiş ve tilavet edilmesi tekit edilmiş müstehaptır.[3]
Kur’an-ı Mecid’in söylenilen niteliklerine, ilahi mucize olup onun nübüvvetin belgesi olarak bilinmesine, hata ve her türlü ekleme ve çıkarmadan korunduğuna (tahrif) iman etmek İslam’ın ve Şia mektebinin gerekliliğindendir. Kur’an, Arap fesahat âlimlerini (daha sonra diğer kavimleri) hayretler içinde bırakan anlaşılır bir Arapça dilinde nazil olmuş ve Arap dili tarihinde geçmişi ve benzeri görülmemiştir. Kur’an, 23 yıl boyunca, yani Peygamberin (s.a.a) risalet görevi, ilahi mesajı ulaştırması ve İslam’a daveti süresince bölüm bölüm vahyedilmiş ve değinildiği gibi hafızlar tarafından hıfzedilmiş, Kufi hattı olarak isimlendirilen noktalama ve harekelendirmenin olmadığı Arapların zamanında kâtipler o dönemin son derece ilkel yazma vesileleriyle yazarak hali hazırda elimizde var olan Kur’an yazılmıştır.[4]
Kur’an Kelimesi
“Kur’an” özel bir isimdir ve ilahi kitap olması hasebiyle özel nitelikleriyle tanınır. Kur’an kelimesi, lafzı ve anlamı hakkında İslam âlimleri ve ilahiyatçıları arasında görüş farklılığı vardır:
1. Şafii, Kur’an kelimesinin ne türemiş olduğuna ve ne de bu kelimede hemze harfinin yer aldığına inanır, bilakis Şafi’ye daha önce düşünülmeksizin (Vez’i irticali) Allah’ın kelamı için söylenmiş bir kelimedir.
2. Ferra Kur’an kelimesinin “Karain” (Karine kelimesinin çoğulu) kelimesinden türetildiğine inanır.
3. Eş’ari ve tabileri “Bir şeyin başka bir şeye bağlanıp eklenmesi” anlamında türetilmiş bir kelime olduğuna inanır. Zira sureler ve ayetler birbirine eklenmiştir.[5]
Kur’an’ın İsimleri ve Sıfatları
Eski Kur’an araştırmacıları Kur’an’ın isim ve sıfatları arasına fark koymaksızın bazen Kur’an’ın doksan küsur isminin olduğunu söylemişlerdir. Zerkeşi ve Suyuti “İtkan”da Kur’an için elli beş isim zikretmişlerdir.[6] Bu isimler arasındaki en meşhur isimler “Furkan”,[7] “Zikr”,[8] “Tenzil”,[9] “el-Kitap”[10] ve “Kelamullah”dır.[11] Bununla birlikte Kur’an diğer sıfatlarla da anılmıştır: “el-Mecid”,[12] “el-Azim”,[13] “el-Hâkim”,[14] “el-Kerim”[15] ve “Mubin”[16]sıfatlarıyla da anılmıştır.[17]
Kur’an Bölümlerinin Ölçü ve Hacmi
Kur’an diğer kitapların hacmiyle mukayese edildiğinde orta hacimli bir kitaptır ve Ahdi Cedid (Dört İncil ve dört İncil’e bağlı olanlar) veya Hafız’ın divanının dört katı olduğu söylenebilir. Var olan verilerin en sıhhatlisine göre Kur’an’ın kelime sayısı 77807’dir.[18] Kur’an 114 sure ve tamamı 30 cüzdür. Her cüz 4 (veya 2) hizb’tir. Keza her 5 ayet “Hums” ve her on ayet “Uşr” (ve bu amel) olarak isimlendirilmiştir.[19]
Kur’an’ın içsel ve ayrıntılı diğer bir bölümü onun “Rukuaat”a bölünmesidir. Ruku’dan, bir konuda gelip anlamsal bütünlüğü olan bir grup ayetlerin o konuyla başlaması ve sözün değişmesiyle başka bir konuyla son bulması kastedilmiştir. Günlük gece namazlarında bir ve ikinci rekâttan sonra Fatiha suresinin okunmasının ardından başka surelerin veya en azından birkaç ayetin okunmasıyla yetinilebileceğinden dolayı “Rükû” isminin verildiği kabul edilebilir. Kur’an uzmanlarının bir kısmının kabul ettiği bu görüşün tabileri bir unvan ve bir konuyu oluşturan ayetin başlarını belirlemişler ve belirlenen o bölümün okunmasından sonra rükuya gidilmesinden ötürü her bölümü “Rükû” olarak isimlendirmişlerdir. Kur’an’ın “Rukuaatı”nın sayısı meşhur görüşe göre 540 rükûdur.[20]
Kur’an’ın İçeriği
Kur’an’ın anlam ve içerikleri son derece çok, çeşitli ve iç içe olup canlılık dolu tekrarı içerir. Kur’an’da Tevhit, Allah Teâlâ hakkında düşünmeye davet, imana çağrı; şirk, nifak ve mürtetliği nefyedip sakındırma, ilahların inkârı, şeytanın hileleri ve putperestlikten sakındırma; Âdem’den Hatem’e (s.a.a) kadar nebilerin kıssalarından kesitler, Peygamber (s.a.a) zamanında Arapların ayın yeni halleri veya hayız gibi konular hakkındaki sıradan soruları, yaşamın ve mal gibi yaşamın yansımalarının oyun ve oyalanmaktan ibaret olduğuna dair vaaz ve ibretler (mala mülke tapınma ve mal biriktirmeden nehyetme), erkek evlat ve bağ – bahçeyle övünmekten sakındırma; vahiy, Kur’an’ın nüzulü ve teviline değinme; mirasın düzenlenmesi ve mirasçılar arasında paylaşılması; zina edenlere kırbaç vurulması, hırsızın elinin kesilmesi gibi fıkhi hükümler; kimsesizlerin elinden tutulup yoksulların doyurulmasından tutunda anne-baba haklarına riayet edilmesi ve onlara son derece saygı gösterilmesine kadar ahlaki hükümler hakkında çeşitli analizler; fakirlik veya cehaletten dolayı çocukların öldürülmesi ve faizcilik gibi ahlaki fesat ve rezilliklerden sakındırma; doğruluk ve ihlâstan tutunda meleklerin ve amellerinin nitelenmesi gibi yüce ahlakı tavsiye etme ve onlarca ve hatta yüzlerce başka konular zahiri anlamsal örgü bütünlüğü dikkate alınarak zikredilmiştir.[21]
Yukarıda anlatılanlardan yola çıkarak Kur’an’ın temel anlamları şu şekilde özetlenebilir:
1. Tarihi olaylara işret (Gazveler, Allah Resulünün (s.a.a) hicreti ve benzeri),
2. Nebilerin kıssaları ve diğer kıssalar,
3. Tevhitsel düşünce ve iman ve İslam’a davet,
4. Şirk ve nifakı nehyetme,
5. Eskatoloji -Maadi tanıma/Diriliş bilimi- ( uhrevi ve ölüm sonrası alemlerin nitelenmesi),
6. Angelolog -Melekler bilimi (ayını şekilde şeytan, şeytanlar ve cin konularını da kapsar),
7. Fıkhi hükümler,
8. Ahlaki hükümler ( vaaz, irşat ve emribi’l ma’ruf ve nehyi ani’l münkerin tüm kısımlarıyla birlikte),
9. İlahi ayetlere yönlendirme, afak ve enfüsi harikuladelikler -insanın bizzat kendisi ve dış âlemdeki harikuladelikler) (ki bunların Burhan-ı Nazm veya İtkan-ı Sun’ -Tanrı’nın varlığı için Tasarım Argümanlar- gibi burhanlara benzerliği vardır.
10. Önceki şeraitlere, kitaplara ve semavi suhuflara işaret,
11. Yaratılış kıssası, insanın yaratılışı ve psikolojik olarak insanın tanınması.[22]
Ayet ve Sure
Ayet
Kur’an-ı Kerim’in en küçük birimi ayettir. Çoğunlukla her ayet bir cümledir. Ancak bazen ayetler birkaç cümle veya bir paragraftan oluşurken (Ayetü’l Kürsi veya Nur ayeti gibi) bazen de birkaç paragraftan oluşmuştur (örneğin Tedayün ve Müdayene olarak da isimlendirilen Kur’an’ın en uzun ayeti “Deyn” ayetinde olduğu gibi). Deyn ayeti Osman Taha nüshasında (Medine nüshası) tam olarak 15 satırdır. Bazen de ayet bir cümleden daha az değil, bilakis Rahman suresinin 64. Ayetinde yer alan “Müdhammetan” kelimesinde olduğu gibi yalnızca bir kelime veya “Ta-Ha”, “Ya-Sin”, ve “Elif-Lam-Mim” gibi (Huruf-u Mukatta) bir kelimeden daha azdır. Ayetin isimlendirilmesinin tanınması şeriat sahibine bağlıdır (Tevkıfi). Hatta surenin başında gelen “Elif-Lam-Mim-Sad” gibi Mukatta harfleri bir ayet sayılırken “Elim-Lam-Mim-Ra” gibi Mukatta harfleri bir ayet bile sayılmamıştır. Bununla birlikte “Ha-Mim-Ayn-Sin-Kaf” iki ayet hesap edilirken (1.Ha-Mim, 2. Ayn-Sin-Kaf) “Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad” bir ayet bile hesap edilmemiştir. “Ayet” ve ayetin çoğulu “Âyaat” kelimesi bu cümlelerde veya Kur’ani cümlelere benzeyen cümle anlamında Kur’an’da gelmiştir.[23] Kur’an-ı Kerim’in en çok ayetine sahip olan sure Bakara (286 ayet) ve en az ayetine sahip olan sure Kevser suresidir (3 ayet). Ayetlerin tamamının sayısı hakkında çeşitli görüşler vardır. Bu görüşlerin en muteberi Ebu Abdurrahman b. Habib Sülemi’nin Emirü’l Müminin’den (a.s) nakletmesi ve İmam Şatibi’nin “Nazımetü’z-Zuher” kitabında zikretmesi esasına göre Kur’an ayetlerinin tamamının sayısı 6236 ayettir.[24]
Sure
Kur’an-ı Kerim’in en büyük birimi “Sure”dir. Sure lügatte “Kesilmiş” anlamında olup ıstılahta “Şehrin etrafına çekilmiş duvar” manasındadır ve bu anlamıyla Kur’an’da kullanılmıştır.[25] Keza Kur’an’da surenin çoğulu “Suver” kelimesinden de istifade edilmiştir.[26] Kur’an-ı Mecid’de toplam 114 sure vardır ve bu sureler takriben hepsi uzunluk sırasınca düzenlenmiştir. Kur’an’ın en uzun suresi Bakara (286 ayet ve Osman Taha nüshası esasınca 48 sayfadır) ve en kısa suresi Kevser (3 ayet) suresidir.[27]
Surelerin sıralanması ve Kur’an surelerinin Fatiha’yla başlayıp Nas’la son bulmasının “Tevkifi mi yoksa “İçtihadi” mi (sahabenin içtihadı) yoksa Kur’an’ı bir araya toplayan kimsenin kendi görüşüne mi bağlı olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Bazıları “Tevkifi” (sıralamasının değiştirilemez olması) olduğunu ve Peygamberin (s.a.a) emir ve yönlendirmesi ve “Vahyin” kılavuzluğuyla gerçekleştiğini söylemiştir. Bazıları “İçtihadi” olduğunu ve “Osman Musafhı”nı düzenleyenin sorumluluğunda gerçekleştiğini söylemiştir; zir Hz Resul (s.a.a) bir takım deliller gereğince Kur’an’ı yazıp bir araya toplamış, ancak iki cilt arasında toplanmış olarak düzenlememiştir. Bir kısım uzmanlar ise “Tevkif” ve “İçtihat” karışımı olduğunu söylemişlerdir ki daha ziyade kabul gören görüş budur. Kur’an-ı Mecit’in 114 suresinin isimleri Ramyar’ın “Tarihi Kur’an” isimli kitabında (583. Sayfasından sonra), kelime ve harfleriyle alakalı bilgiler Dr. Mahmut Ruhani’nin “Ferhengi Amariyi Kelimati Kur’an-ı Kerim” kitabında ve aynı şekilde yeni basımlı Kur’anların sonlarında zikredilmiştir.[28]
Huruf-u Mukattaa ve Surelerin Başlangıcı
Huruf-u Mukattaa sûre başlarında kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı bulunan harfler ve Fevatihu Suver ise Surelerin başlangıcı anlamındadır. Istılahta Kur’an-ı Mecit’in bazı ayet ve harfleri için söylenen şifredir. Yani bunların anlamı veya hedefi vahyin inmeye başladığından şimdiye kadar görüş sahipleri ve Kur’an uzmanlarının kabul edebileceği şekilde açıklığa kavuşmamıştır. Bu harfler 29 harften veya harflerin toplamından ibaret olup “Bakara” ve “Ali İmran” suresinin dışında hepsi Mekki olan 29 Kur’an suresinin başında gelmiştir.[29]
Vahiy ve Kur’an’ın Nüzulü
Vahiy
Kur’an-ı Mecid Allah Teâlâ tarafından, Vahiy Meleği Cebrail aracılığıyla, Levhi Mahfuz’da yer aldığı şekliyle ve lafzın aynısı Peygamberin (s.a.a) kalbine (İdrak gücü) vahiy veya nazil olmuştur. Hakiki ve ruhani bir görüngü olan vahiy Allah Teala tarafından peygamberlere gönderilen mesajdır.[30]
Allame Tabatabai şöyle diyor: Kur’an’dan anlaşılan şey sudur: Semavi bu Kitap (Kur’an) Peygamber Ekrem’e (s.a.a) vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiy bir tür semavi konuşma (gayri maddi) olup his ve akli tefekkürle değil, bilakis bazen bazı fertlerde -Allah’ın istemesiyle- ortaya çıkan ve his ve akıldan gizli gaybi emirleri Allah’ın vahiy ve öğretileri yoluyla anlaşılan başka bir derk ve şuurdur ki; bunun muhatabı “Nebi” olarak da isimlendirilir.[31] Allame Tabatabai’nin ifadesi esasına göre Müslümanların genelinin vahiy ve Kur’an hakkındaki inancı şöyledir: Kur’an-ı Mecid’in lafzı Allah’ın kelamı olup semavi varlıklardan Allah’a yakın olan bir meleğin aracılığıyla Peygamber Ekrem’e (s.a.a.) gönderilmiştir. Cebrail ve Ruhu’l Emin olarak isimlendirilen bu melek Allah’ın kelamını 23 yıl boyunca tedricen Peygamber Ekrem’e (s.a.a) ulaştırmış ve bu vesileyle ayetlerin lafzını halka okuması, içeriğini anlatması ve Kur’an’da açıklanan itikadi öğretilere, toplumsal kurallara, medeni kanunlara ve ferdi sorumluluklara davet etmesi doğrultusunda Peygambere (s.a.a) görev verilmiştir.[32]
Ramyar’ın deyimiyle: Nebilere vahiy edilmesinin hakikati tarihi tevatür derecesine ulaşmış ve her ne kadar açıklanıp yorumlanmasında görüş ayrılığı olsa dahi Peygamberin (s.a.a) yaranlarının (hatta düşmanlarının) tekit konusu olmuştur.[33]
Nüzul
Nüzul asrı boyunca ve Peygamberin (s.a.a) zamanında Kur’an yazılı, ama sahifeler şeklinde dağınıktı. Kur’an ayetleri deri parçaları, geniş kemikler, kabuğu çıkartılmış hurma ağacı, düzgün ve parlatılmış taşlar, ipek parçaları ve azda olsa kâğıt gibi ilkel yazı araçları vesilesiyle yazılmıştı. Bu dönemde sahabenin çoğunun Kur’an’ı ezberledikleri önemli noktalardandır. Kur’an sureleri kâmildi ve hatta isimleri bile vardı, ancak Peygamberin (s.a.a) hayatının sonuna kadar iki cilt arasında toplanmamıştı. Peygamberi (s.a.a) Kur’an’ı toplayıp yazılı bir kitap haline getirmekten alıkoyan en önemli sebeplerden ikisi şudur:
1. Vahiy kapısı açıktı ve vahyin her anında ayetler nazil oluyor ve Peygamber (s.a.a) vahiy kâtiplerine ayet veya ayetlerin hangi surenin yanında yer alması gerektiğini söylüyordu.
2. Hattabi’nin deyimiyle: Peygamber (s.a.a) sürekli Kur’an hükümlerinin veya hükümlerin bir kısmının “Nesh”i beklentisindeydi.[34]
Bundan dolayı vahiy son bulmadığı sürece Kur’an’ın tedvin edilip Mushaf şekline getirilme imkânı yoktu. Bazıları Kur’an’ın toplanmasından Allah Resulü (s.a.a) zamanında kalp ve gönüllerde muhafaza edilmesini kastetmiştir.[35] Peygamber (s.a.a) zamanındaki “Cem”e ıstılahta telif denilir.[36]Kur’an’ın nüzulü ve yazılmasının tamamında Peygamber (s.a.a) her yönüyle nezaret ediyor ve yazılmasını, okunmasını ve hıfzedilmesini öğretiyor veya teşvik ediyordu. Peygamberin (s.a.a) hayatta olduğu dönemde 37 Kur’an hafızı vardı.[37]
Peygamber (s.a.a) asrında – bazıları Kur’an hafızıydı- kendileri için bir nüsha alan kimselerin de yer aldığı vahiy kâtiplerinin sayısı 50 kişiye ulaşıyordu.[38] Bunun neticesi, Peygamber (s.a.a) vefat ettiğinde (Kameri 11) Kur’an tamamıyla (Peygamberin (s.a.a) her yıl Cebrail’e bir kez okuması ve vefat yılında iki defa okuması) ve son defa Cebrail’e sunulduğu gibi tespit edilmiş ve telif edilerek kelimenin tam anlamıyla dosdoğru olarak tedvin edilmiştir.[39]
İmam Ali’nin (a.s) Mushafı
Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Peygamberin (s.a.a) kati nassı ve tasdikiyle Kur’an-ı Mecid’de herkesten daha çok aşina olan Ali (a.s) kendi evinde inzivaya çekilerek Kur’an-ı Mecid’i nüzul sırasına göre bir nüshada topladı ve henüz Peygamberin (s.a.a) vefatından altı ay geçmemişken evinden dışarı çıktı ve yazdığı nüshayı bir deveye yükleyip halka getirerek onlara gösterdi.[40]
Ebu Bekir Zamanı
Kur’an hafızlarının çoğunun öldürüldüğü (70 kişi olduğunu söyleyenler de olmuştur) Yemame olayının patlak vermesi (Ridde savaşları olarak bilinenEbu Bekir’in İslam’dan dönenleri ve yalancı peygamberleri bastırması) henüz yeni şekillenen İslam toplumunda büyük bir sarsıntı oluşturdu. Ömer’in, zamanın halifesi Ebu Bekir’e önerisi üzerine halife Kur’an’ın korunması için çabucak Kur’an’ın tedvin ve toplanması girişiminde bulundu. Bu iş için çok faal, vahiy kâtiplerinin en genci, Kur’an hafızı ve özel Mushaf sahibi Zeyd b. Sabit’i seçti.[41] Zeyd b. Sabit Kur’an yazılarını topladı ve onlarca hafız ve onlarca yazılmış nüshanın teyit etmesine rağmen her Kur’an ayetini en az iki şahidin (yazıtsal ve hafız) eşliğinde kabul etti. Zeyd’in gözetimi altında gerçekleşen Kur’an’ın toplanması ve tedvin edilmesi Mushaf şeklinde değil, sahifelerden oluşuyordu. Sonuç itibariyle bu sahifeleri bir sandıkta toplayarak sandığın korunması için bir nöbetçi görevlendirdi. Kur’an’ın toparlanması 14 ay veya Ebu Bekir’in vefatına kadar (Kameri 13) devam etti. Bu nüsha Ebu Bekir’in vasiyeti esasınca Ömer’in sorumluluğuna bıraktılar. Ömer’den sonra da Ömer’i vasiyeti gereğince söz konusu nüshayı Peygamberin (s.a.a) eşine (Ömer’in kızı) bıraktılar.[42]
Osman Dönemi
Osman kameri 24 yılında hilafete ulaştı. Onun zamanında Müslümanların hayret uyandırıcı fetihleri ve Kur’an’ın yeni fethedilen topraklara gitmesiyle Kur’an kelimelerinin okunuşunda pek çok sorun ve ihtilaflar ortaya çıkmıştı. Bu hadiseler Kur’an’ın yarım kalan işlerinin sonuçlandırılması ve Kur’an ve İslam toplumunun tehlikelerden kurtarması için büyük bir tehlike çanıydı. Osman; Zeyd b. Sabit, Said b. As, Abdullah b. Zübeyr ve Abdurrahman b. Haris’ten oluşan bir heyet oluşturdu. Bu heyet Kureyş ve Ensar’dan 12 kişinin işbirliğiyle (Hz. Ali -a.s- bir şekilde onların çalışmalarına gözetmenlik yapıyor ve anlaşılır ve okunaklı yazmaya teşvik ediyordu)[43] nüshalar üzerinden son yazım çalışmaları başladı. İlk etapta Peygamberin (s.a.a) zamanındaki yazıların tamamı toparlandı. Daha sonra Ebu Bekir’in zamanında Zeyd’in yazdığı Kur’an nüshası Hafsa’dan emanet olarak alındı. Zeyd’le birlikte çalışan üç kişi her hangi bir kelimenin yazılışında Zeyd’le ihtilafa düşmeleri durumunda Kureyş lehçesiyle yazılması kararlaştırıldı. Böylelikle Hz. Peygamber (s.a.a) zamanından kalan sahifeler ve Hafsa’nın yanındaki Zeyd’in nüshası temel alınarak ve hafızların ve iki şahidin tekidiyle Kur’an’ın nihai tedvin faaliyeti ilerletildi ve Mushafı Osmanî olarak tanınan resmi ve örnek nüsha yani “Mushafı İmam” 24-30 kameri yılına kadar yani dört beş yıllık bir sürede bitirildi ve bu nüsha üzerinden 5-6 nüsha çoğaltıldı. Mekke ve Medine’de iki nüsha saklandı ve üç veya dört nüsha ise Kur’an’ı doğru düzgün okuyan ve Kur’an öğretmeni unvanını taşıyan hafızların eşliğinde Basra, Kufe, Şam ve Bahreyn gibi İslam dünyasının önemli merkezlerine gönderildi. Dana sonra Osman sahabelerin ilkel yazma araçlarıyla yazıp kendisine sundukları Kur’an yazılarının su ve sirkeyle kaynatılarak ortadan kaldırılmasını emretti. Araştırmacıların bazıları ihtilafın tamamen kaldırılması ve tabiri caizse “Tevhid-i Nassın” oluşturulabilmesi için (Mushaf-ı İmam=Mushaf-ı Osmanî) dağınık şekildeki bu yazıların yakıldığını veya bir şekilde yok edildiğini söylemiştir.[44]
Bu Mushaf ilkel hatla yani nokta ve harekesiz Kufi hattıyla yazılmıştı. Bir iki asır sonra üzerinden yazılıp çoğaltılan Mushaflar zamanla nokta ve harekelere kavuştu. (Hz. Ali’ye -a.s- nispet verilen Mushaf, İbni Mes’ud’un mushafı ve diğer sahabelerin mushafının keyfiyeti, Osman’ın yaptığı işin doğruluğu ve Hz. Ali’nin (a.s) onu teyit etmesi ve Pak İmamların (a.s) Mushaf-ı Osmani’i kabul etmeleri hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek için bkz: Tahrif Napeziyiri Kur’an).[45]
Kıraat ve Büyük Kariler
Kur’an’ın son derece dikkatle, emanete riayet ederek ve meşveretle tedvininden sonra kıraat teknikleri ortaya çıktı ve çıkmaması da imkânsızdı. Gerçekte söz konusu kıraat tekniklerini Kur’an’ın kendisi doğurdu. Peygamberin (s.a.a) hayatta olduğu zaman gâh gâhî iki farklı telaffuz bizzat onun yanında söz konusu ediliyor ve Peygamber (s.a.a) telaffuzlardan birisini ve bazen ikisini de onaylıyordu ki; “Seb’atü Ahruf” hadisi (yani Kur’an’ın 7 türlü okuma tarzı makbuldür) bu anlamı gözetmektedir. Yani Peygamber (s.a.a) Kur’an’ın yayılması ve hiçbir sahabenin kendi lehçesini Kur’an’a veya Kur’an’ın lehçesini kendi lehçesine yabancı bilmemesi için kıraatte zorluk çıkarmıyor ve manaya zarar vermediği ve tehlike arz etmediği sürece kolaylık gösteriyordu.
Kıraat ihtilaflarının temel sebeplerinin birkaç tanesi şunlardan ibarettir:
1. Lehçe farklılıkları. Örneğin Temim kabilesi “حتی حین Hatta hin” yerine “عتّی عین Atta iin” diyordu.
2. Arap’ın Arapça hattı ve İmam’ın Mushafları’nın olmayışı, İmam Ali (a.s) Ebu’l Esved-i Dueli’yi bu çalışma yapması için yönlendirmiş, ancak bu çalışmanın tamamlanması iki üç asır devam etmiştir.
3. Nokta ve harekelendirme işaretlerinin olmayışı. Bu eksikliğin giderilmesi için birinci asrın başlarında (Haccac b. Yusuf zamanında) pek çok uğraşı verilmiş, ancak tamamlanması üçüncü asrın sonlarına kadar devam etmiştir.
4. Sahabe ve karilerin şahsi içtihatları ve genel anlamda kendilerine has çıkarımlarda bulunan ve ayet ve kelimeleri kendilerine has anlamlandırıp tefsir eden Kur’an araştırmacılarının görüşleri.
5. Birinci asırdan ve ilk İslam medeniyetinden -Mekke ve Medine- uzak olmak.
6. Daha sonraları Kıraat ve Tecvit ilminin hazırlama sorumluluğunu üstlendiği; durma, başlama, ayırma ve birleştirme alametlerinin olmayışı. İkinci asrın sonları ve üçüncü asrın başlarında Kur’an hazırlama girişimleri başladı ve kıraat ilmine vakıf olan pek çokları kıraat çeşitleri arasından en doğrusunu seçerek kaydetme faaliyetinde bulundu. Bu doğrultuda çalışma yapan ilk kişiler Harun b. Musa (k. 201-291) ve Ebu Ubeyd Kasım b. Süllam’dır (k. 157-224). Ebu Ebeyd Kasım b. Süllam sıka/güvenilir karileri ve onların kıratlarını kaydetti ki “Yedi Kur’an Karisi/Kurra-i Seb’a” bunların arasındadır. Bir asır sonra seçkin Kur’an araştırmacısı Ebu Bekir b. Mücahit (k. 245-324) kameri 322 yılında daha önce kayda geçen kariler arasından “Yedi Kur’an Karisini” belirledi ve o günden sonra söz konusu bu kariler birinci dereceden kıraat karileri olarak tanındılar. Bir süre sonra üç meşhur kıraat karisi de “Kurra-i Seb’a”ya eklendi (Kurra-i Aşere). Elbette “On Kıraat Karisi” ve “Yirmi Kıraat Karisi” de Kıraat ilminde meşhurdur, ancak “On Kıraat Karisi” kitabet, vahiy, Kur’an hafızları veya başkalarını da kapsayarak senet ve rivayetleri “Etbauttabiin”den “Tabiin”ne, tabiinden “Sahabe”ye ve sahabeden de Peygambere (s.a.a) ulaşan kimselerdir.[46]
Yedili ve Onlu Kıraat Karileri
Yedi Kıraat Karisi’nden pek çok nakiller yapılmıştır, ancak sonraki Kur’an uzmanları ve kıraat ilmine aşina olan kimseler nezdinde kaydetme, senet sağlamlığı ve “Yedi Kur’an Karisi” yanındaki öğrenim süreleri açılarından daha makbul ve daha incelik gösteren her kari arasından iki tanesine tabiri caizse standartlık bahşedildi. Dolayısıyla 14 rivayet ortaya çıktı.
Yedi Kıraat Karisi ve On dört Ravilerinin İsimleri:
1. Abdullah b. Amir Dımeşki (ö. 118 k)
1. Birinci ravisi: Hişam b. Ammar
2. İkinci ravisi: İbni Zekvan
2. Abdullah b. Kesir Mekki (k. 45-120)
1. Birinci ravisi: el-Bezi Ahmet b. Muhammed (k. 170-243)
2. İkinci ravisi: Kanbul lakaplı Ebu Amr Muhammed b. Abdurrahman (k. 195-291)
3. Asım b. Ebi’n-Nücud (k. 90-180)
1. Birinci ravisi: Havs b. Süleyman ( k. 90-180)
2. İkinci ravisi: Şu’be b. Ayyaş (k. 95-194)
4. Zebban b. Alâi Ebu Amr Basri (k. 68-154)
1. Birinci ravisi: Havs b. Amr ed-Duri (ö. 264 k)
2. İkinci ravisi: Ebu Şuayb Musa Salih b. Ziyad (k. 190-261)
5. Hamza b. Habib Kûfi (k. 80-156)
1. Birinci ravisi: Hallad b. Halid Kûfi, Ebu İsa Şeybani (k. 142-220)
2. İkinci ravisi: Halef b. Hişam (k. 150-220)
6. Nafi b. Abdurrahman Medeni (k. 70-169)
1. Birinci ravisi: Osman b. Said Mısri (k. 110-197)
2. İkinci ravisi: Kalun, İsa b. Mina (k. 120-220)
7. Kesai, Ali b. Hamza (k. 119-189)
1. Birinci ravisi: Leys b. Halid (ö. 240 k)
2. İkinci ravisi: Havs b. Ömer ed-Duri
Kıraatı Seb’a’ya üç kıraat daha eklendiğinde Kıraatı Aşere olacaktır ki; söz konusu üç kari şöyledir:
1. Halef b. Hişam (k. 150-229)
1. Birinci ravisi: İshak (Ebu Yakup İshak b. İbrahim Bağdadi ö. 286 k)
2. İkinci ravisi: İdris, Ebu’l Hasan Abdulkerim.
2. Yakup b. İshak (k. 117-205)
1. Birinci ravisi: Reveys, Muhammed b. Mütevekkil (ö.234 h)
2. İkinci ravisi: Ruh, Ebu’l Hasan Ruh b. Abdulmümin Hezeli (ö. 234 k)
3. Ebu Cafer Yezit b. Ku’kaa (ö. 130 k)
1. Birinci ravisi: İsa, Ebu’l Haris İsa b. Verdan Medni (ö. 160 k)
2. İkinci ravisi: İbni Cemmaz, Süleyman b. Müslim (ö. 170 k)
Kur’an araştırmacıları ve Şia usulcüleri Kıraati Seb’a ve Kıraati Aşere’nin hüccet olup olmadığını tartışmışlardır.[47]
Mekki ve Medeni
Ehlisünnet ve Şia âlimlerini de kapsamak üzere Kur’an araştırmacıları surelerin (ve ayetlerin) Mekki ve Medeni olduğunu tanımak için üç kural veya üç ölçü ortaya koymuşlardır:
1. (Mekânsal Kural) Hicretten sonra olsa dahi Mekke’de (ve Mekke’ye dair konuları içeren) nazil olanlar sureler Mekki ve Medine’de (ve Medine’ye dair konuları içeren) nazil olan sureler ise Medeni’dir.
2. İnsanları dikkate alan kural (Toplumsal kitle özelliklerini ölçü alan kural). Mekke ehline hitap eden sure ve ayetler (genellikle Ya eyyühennas veya Ya beni Âdem şeklinde hitap eden) Mekki ve Medine ehline hitap eden (genellikle Ya eyyühellezine şeklinde hitap eden) sure ve ayetler ise Medeni’dir.
3. (Zamansal Kural) Tahkik ehli bu kuralı daha kuşatıcı ve daha belirleyici bilmiştir (Cami’i efrat mani’i ağyar). Bu kural şöyledir: Hicretten önce nazil olmuş sure ve ayetler Mekki ve hicretten sonra nazil olan ayet ve sureler ise Medeni’dir; ister Mekke’de ister Medine’de isterse yolculuk ve gazvelerde[48] nazil olsun. Mekki ve Medeni sure ve ayetlerin tanınması işitsel olup ölçü Peygamber (s.a.a), sahabe ve tabiin’den ulaşmasıdır.
Nasih ve Mensuh
“Nesh” lügatte mananın iptal ve izale edilmesi ve Ulumu Kur’an ıstılahında ise şöyledir: Önceki şer’i bir hükmü – ki zahiren devamı etmesi gerekiyordu- sonraki bir şer’i hükümle kaldırmaktır öyle ki; iki hükmün bir araya gelmesinin ya zati itibariyle ya apaçık nefyetme delilince ya da icmanın özel deliline göre veya apaçık nassa göre mümkün olmaması gerekir.[49] Anlaşılır bir ifadeyle: Şer’i bir hükmün diğer bir şer’i hükümle kaldırılmasıdır.[50] Keza müninlerin bir ayet veya o ayetin hükmü ya da hem ayet hem de hükmünün kıraat etme zorunluluğunun son bulmasıdır.[51]
Kur’an-ı Mecid’in bizzat kendisi Nesh’in vaki olduğunu doğrular. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmuştur: “Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?”[52] Aynı şekilde şöyle buyrulur: “Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.”[53] Başka bir ayette: “Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.”[54] Ehlisünnet ve Şia Kur’an araştırmacılarına göre Nesh hem Kur’an’da hem de sünnette caizdir.[55]
Şeni Nüzul (Nüzul Sebepleri)
Kur’an ayetleri temelde ikiye ayrılır. Söz konusu sınıflandırmanın büyük bir kısmını hiçbir motivasyon olmaksızın ve başkaları dikkate alınmaksızın ilahi iradeyle Peygambere (s.a.a) vahyedildiğini bildiren ayetler oluşturur. Çok az olan diğer bir kısmını ise bir hadisenin peşi sıra veya öne çıkan bir soru üzerine inen ayetler oluşturur. Şeni nüzul veya nüzul sebebi Peygamberin (s.a.a) zamanında öne çıkan bir hadise veya bir sorunun ayet veya ayetlerin inmesine vesile olmasından ibarettir. Pek çok Kur’an ayetlerinde “yeselüneke” (ve bu kelimenin türevleri) ve “yesteftuneke” gibi kelimelerle Peygambere (s.a.a) ilahi hüküm veya ilahi hikmet sorulmuştur.[56]
Muhkem ve Müteşabih
“İhkam” kalıbından türetilen “Muhkem” sağlamlaştırmak anlamındadır. Kelime veya Muhkem ayetten manası açık ve anlaşılır ayet kastedilmiştir. Ragıp İsfehani’nin deyimiyle: “İster lafız ve isterse mana açısından şüphe götürmeyen ayettir.” Ahkâm, öğüt, adap ve ahlakı içeren ayetlerin çoğunluğu bu kabildendir. Benzerlik, benzeşmek, birbirisinin aynısı olmak anlamına gelen “Müteşabih” kelimesi “Şüphe” ve “İştibah/Yanlışlık” kelimesiyle aynı kökten gelir. Müteşabih ibaret veya ayeti Rağıb İsfehani şöyle tanımlar: “Zahiriyle batını bir olmayan.” Şeyh Tusi bu konuda şöyle yazmıştır: “Apaçık olmasından dolayı dışsal emareler olmaksızın zahiri dikkate alınarak neyin kastedildiğinin anlaşılmasına “Muhkem” denir. Bir anlamı ifade etmesi için dışsal emarelerin varlığına gerek duyulan ve emare olmadan zahirinden bir şey anlaşılmayan ayetlere ise “Müteşabih” denir.”[57]
Başka bir tanımda “Müteşabih” için şöyle denilmiştir: Anlamsal olarak insanı şek ve şüpheye düşürebilecek birkaç anlam içeren lafızdır, dolayısıyla tevile muhtaçtır; hem doğru hem de yanlış tevile açıktır. İnsan ve gökyüzünün yaratılışı, takdir ve sıfatlar ve ilahi fiillerin çoğu bu ayetlere örnek verilebilir.[58] Kur’an ayetlerinin çoğunluğu “Muhkem” ve pek azı “Müteşabih”tir (yaklaşık 200 ayet)[59] Mütekellimlerin bazıları aşağıdaki ayetlere dayanarak “Müteşabih” ayetlerin varlığını inkâr etmişlerdir:
“Bu (Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür.” Al-i İmran 138. “Elif Lâm Râ. Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.” Hud 1. Bununla birlikte başka Kur’an araştırmacıları da aşağıdaki ayette olduğu gibi bazı ayetlere dayanarak Kur’an’ın tamamının ya“Muhkem” veya “Müteşabih” olduğunu söylemişlerdir:
“Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir.” Zümer 23
Ahbariler de buna yakın bir görüşü kabul ederek Kur’an’ı anlamanın rivavet ve Masumların (a.s) hadisinin dışında mümkün olmadığını kabul etmiştir.[60]
Kur’an-ı Kerim’in bizzat kendisi apaçık olarak Muhkem ve Müteşabih ayetlerinin varlığını ortaya koyar ve her birisi için bir açıklama yapar: “O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” Ali İmran 7.
Tehaddi (Meydan Okuma) ve İ’caz (Aciz Bırakma)
Mekke kâfirleri Peygamberin (s.a.a) daveti ve ilahi kelamla karşı karşıya kaldıklarında ya işitmekten kaçınıyorlar ve başkalarını da sakındırıyorlar[61] ya “Bu, ancak insan sözüdür.”[62] diyorlar veya “Duyduk, istesek biz de bunun benzerini elbette söyleriz.”[63] diyorlardı. Allah Teâlâ onların bu sözlerine karşı meydan okumaktadır. Yani Allah Teâlâ, Kur’an’ı vahiy olarak kabul etmeyen kâfir ve inatçıları Kur’an’ın bir benzerini getirmeye davet ediyor.[64]Keza Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Yoksa “onu (Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sûre getirin.”[65] Başka bir ayette ise şöyle buyruluyor:
“Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).”[66] Kur’an ayetlerinde yer alan bu meydan okuyan hitaplar ırkların tamamını ve dönemlerin hepsini kapsar. Peygamber asrına yakın zamanda ve bir sonraki asırlarda “Müseyleme” gibi yalancı peygamberler Kur’an’la mukabele etmeye kalkışmış ve birbirinden kopuk ve yüce anlam ifade eden cümleleri getirmek şöyle dursun sıradan cümleler kurmaktan dahi aciz kalmışlardır. Böylelikle Kur’an’ın mucize olduğu gerçeklik kazanmıştır.[67]
Kur’an’ın İ’cazı
Kur’an’ın i’cazının anlamı hakkında ortaya atılan görüşler:
1. Kur’an’ın eşi ve benzeri olmayan fesahatve belagatinin i’cazı (Dilsel i’caz Kuramı).
2. Kur’an’ın müziksel ve uyum açısından i’cazı.
3. Kur’an’ın benzersiz maarif ve öğretilerinin i’cazı.
4. Kur’an hükümlerinin fıtrat ve akl-ı selimle uyuşması ve her iki âlemi de kapsaması.
5. Kur’an’ın burhanlarının kesinlik içermesi ve faslü’l hitap (son noktayı koyma) özelliği taşıması.
6. Geçmiş ve geleceğe dair gaybi haberleri kapsaması.
7. Yaratılış sırlarına ilmi olarak değinmesi.
8. Kur’an’ın pek çok hadiselerin vuku bulduğu anda ve yirmi üç yılda nazil olmasına karşın açıklamalarında istikamete sahip oluşu ve çelişki ve ihtilaf taşımaması.
9. Allah Teâlâ’nın muhaliflerin Kur’an’ın benzerini getirmelerinden aciz bıraktığına dair buyrukları (Sarfe Kuramı).
Önceki peygamberlerin mucizeleri çoğunlukla hissiydi (beş duyuya hitap ediyordu), ancak Peygamber Ekrem’in ölümsüz mucizesi olan Kur’an akli-ilmi (kültürel) bir mucizedir. Meşhur deyimle: Her peygamberin mucizesi kendi zamanının gelişim şartlarına uygundu, ancak Peygamberin (s.a.a) yaşadığı dönemde Arap kabileleri arasında şiir ve edebiyat çok ileri bir sanat hesap edildiği için Allah Teâlâ Peygamber Ekrem (s.a.a) için dilsel ve edebi mucizeyi seçti.[68] Kur’an’ın i’cazı hakkında yukarıda sıralanan görüşler arasında iki görüş daha seçkindir:
1. İmamiye âlimlerinin ezici çoğunluğu ve Cahiz, Gazi Abdülcebbar, Zamahşeri, Abdülkahir Cürcani ve Sekkaki gibi Ehlisünnet’in Kur’an araştırmacıları ve edebiyatçıları ve Hace Şemsü’d-Din Muhammed Hafız gib büyük İslam âlimleri Kur’an’ın dilsel-edebi i’cazını kabul etmişlerdir.
2. Sarfe görüşü. Bu görüş esasına göre Kur’an’ın i’cazı benzersiz fesahat ve dilsel-edebi cümlelerinde değil, bilakis Allah Teâlâ’nın Kur’an’ın bir benzerinin getirilmesinden insanları aciz bırakmasıdır. İmamiye âlimlerinden Seyit Murtaza ve Şeyh Tusi “Sarfe Kuramı”nı kabul etmiştir. Ne var ki bu kuram zayıf ve eleştirilen bir kuramdır, zira Kur’an’ın zati, edebi, dilsel ve içeriksel değerinin i’cazını yeterli bilmemektedir. Şayet Seyit Murtaza ve Şeyh Tusi gibi İmamiye’nin büyük âlimlerinin, Mutezile mektebine mensup Nezzam’ın (Sarfe kuramının kurucusu sayılır), İbn-i Hazz Zahiri ve bazı Eş’ari âlimlerinin Sarfe kuramını kabul etmelerinin sebebi şu olabilir: Her kavmin edebi eserlerinin yüce bir konuma sahip olup mukabele edilememe özelliğine sahip olmasından dolayı Kur’an’ın edebi ve dilsel i’cazı yeterli değildir.[69]
Kur’anın Hudus ve Kadim Olması
Kur’an-ı Mecid hakkında ortaya atılan kelami ve akideti konulardan bir tanesi de şudur: Allah’ın kelamı olan Kur’an acaba tıpkı Allah’ın zatı gibi “Kadim” ve “Halık” mıdır? Yoksa dünya ve yaratılan diğer şeylerin tamamı gibi “Hadis” ve “Mahlûk” mudur? Bu konu “Kelam” ilminin şekillenmeye ortaya çıkmış ve hatta bazılarına göre asıl itibariyle “Kelam” ilmi ilahi kelam hakkında ortaya atılan konuların vesilesiyle oluşmuştur. Bizzat Kur’an’ın bildirdiği gibi “Tekellüm” Allah’ın sıfatlarındandır.[70] Eşaire Kur’an’ın “Kelam-ı Nefsi”, “İlahi Zat’la Kaim”, İlahi Zat’ın kıdemiyle kadim ve zati bir sıfat olduğuna inanır. Ancak Mutezile ve Şia, ilahi “Tekellüm”ün Allah’ın fiili sıfatı, Kur’an’ın “Kelam-ı Lafzı” ve “Hadis” olduğuna inanır.[71] Bu mesele Müslümanların usul ve furuu din meselesi olmadığı gibi din veya mezhebin zorunluluk içeren konularında da değildir. Ancak Kur’an hakkında ortaya atılan bu mesele kameri üçüncü yüzyılın başında; Harun Reşid’in hilafetiyle başlayıp Memun, Mu’tasım ve Vasık dönemlerinde yoğunluk kazanmış ve Mütevekkil döneminde de son bulmuştur.[72]
Kur’an’ın Zahirinin Hüccet Olması
Kur’an Zahirlerinin Hücciyeti” daha çok Usul ilminde konu edilen bahis ve ıstılahlardan birisidir. Bundan kastedilen şey şudur: Arap dilini bilip belli bir kültüre sahip olan muhataplar acaba Kur’an’ı doğru anlayabilirler mi? Yoksa başkalarına veya diğer kaynaklara müracaat etmek zorunda mıdırlar? Hui bu konuyu ele alan makalesinde şöyle yazıyor: Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a) Kur’an’ın hedeflerinin anlaşılması için kendine has bir yöntem icat etmemişti, bilakis kendi kavmiyle, kavminin aşina olduğu anlama ve konuşma yöntemleriyle konuşuyor, onların anlamını anladıkları, ayetlerini düşündükleri ve emirlerini yerine getirip nehiylerinden kaçındıkları bir Kur’an’ı getiriyordu. Kur’an’ın bazı ayetleri açıkça bunu ortaya koymuştur.[73]Kur’an’ın başka ayetlerin de ise Kur’an’ın içeriğine ve zahirinden anlaşılan şeylerin alınmasının gerekliliğine amel edilmesinin zorunluluğu beyan edilmiştir.[74]
Tefsir ve Tevil
Tefsir lügatte şerh etmek ve açıklamak anlamında olup Kur’an’da bir kez bu manada kullanılmıştır.[75] Ulumu Kur’an âlimleri Tefsir kelimesi için yaptıkları birkaç tanım şöyledir:
1. “Kur’an ilmi”[76]
2. “Arap dilinin kanunları ve üslubuyla belgelendirilmesi kaydıyla Kur’an’da Allah’ın, bizzat Kur’an’ın, Peygamber (s.a.a) ve onun vasilerinin hedeflerini akıl, Kur’an, sünnet ve icma ile çelişmeksizin beşerin anlayabileceği bir dilde anlatmaktır.”[77]
3. “Allah Teâlâ’nın hedeflerine işaret etmesi yönüyle beşerin gücü nispetinde Kur’an hakkında bahseden bir ilimdir.”[78]
4. “Kur’an’ın nüzulü, senedi, lafızları ve lafızları ve hükümleriyle alakalı konular etrafında bahseden bir ilimdir.”[79]
Suyuti tefsir ilmi için müfessirin 15 ilim dalında hüner sabi olması gerektiğini yazmıştır:
1. Lügat
2. Nahiv
3. Sarf
4. İştikak
5. Maani
6. Beyan
7. Bedi’
8. Kıraat İlmi (ve Kıraat ihtilafları)
9. Usulü Din (özelikle Kelam İlmi)
10. Usulü Fıkıh
11. Nüzul sebeplerini tanıma
12. Nasıh ve Mensuh’u tanıma
13. Fıkıh
14. Mücmel ve müphemi açıklayan hadisler
15. Mevhibet İlmi (İlmi Vehbi): Allah Teâlâ, bildiğine amel eden kuluna verdiği ve ona miras bıraktığı ilimdir. Bu tanımlamayla şu hadise işaret edilmektedir: “Kim bildiğine amel ederse Allah Teâlâ ona bilmediğini de öğretir.”
Suyuti bunları dile getirdikten sonra şöyle diyor: Bu ilim ve sanatları bilmeksizin Kur’an tefsir eden kimse Tefsir-i bi-Rey (şahsi yorum ve görüş bildirmek) yapmıştır ki bu nehyedilmiştir.[80]
Tevil lügatte döndürmek ve çevirmek anlamındadır.[81] Bu kelime Kur’an-ı Mecid’te kullanılmıştır.[82] İlk asırlarda tefsir ile tevil arasında fark yoktu. Hatta Taberi kendi tefsirinde sürekli tevil kelimesinden yararlanarak bu kelimeyle tefsir kelimesini kastetmiştir. Gazali “Mustesfa” kitabında şöyle yazıyor: “Tevil, bazen müteşabih ayetlerde olduğu gibi kelam ve mananın tevili için kullanılır. Bazen Hz. Yusuf’un kıssasında olduğu gibi rüya ve hükümlerin tevil edilmesi ve bazen de Hz. Musa’nın kıssasında salih birisinin kendi yaptıklarını Musa’ya yorumladığı gibi amellerin tevil edilmesi anlamında kullanılmıştır. Istılahta ise: Arap dilinin öngördüğü şekilde ve mecaz sanatındaki benzeme yönleriyle alakalı kurallara uyulmak suretiyle bir lafzın gerçek anlamından çıkartılıp mecazi anlamda kullanılmasına denir; bir şeyin benzeri bir şeyle veya o şeyin benzerliği sebebiyle veya o şeye yakın bir şeyle isimlendirilmesi gibi.” Bazıları tevili “Müteşabihatın Yorumlanması” bilmiş ve “Kelamın zuhur denilen aşikâr manasının karşısında kelamın keşfedilen ikinci manasına batın demişlerdir.”[83] et-Temhid’in yazarı Tevil için getirdiği bir diğer tanımda şöyle diyor: Kelamın zahirinde gizlenen ve lafzın dışında açık emareyle anlaşılan mana ve mefhumdan ibarettir.[84] Ragıb İsfehani “Müfredat” kitabında şöyle diyor: “ Genellikle tefsir lafızlarda ve tevil ise manada kullanılır. Tefsir kelimelerinin manaları ve tevil ise cümlelerin manalarıdır.” Bazıları tefsirin ibaretlerin vez’i ile alakalı tevilin de emarelerden yararlanılan manalarla alakalı olduğunu söylemiştir. Muhammed Hüseyin Zehbi[85] tefsir ve tevil için çeşitli tanımları ve ikisi arasındaki farkları ortaya koyduktan sonra şöyle yazıyor: “Tefsir rivayet hakkında ve tevil dirayet hakkındadır.”[86] Kur’an-ı Natık (Kur’an’ı kendisinin tevil yapması), İmamlar (a.s), sahabe ve sonraki Kur’an araştırmacıları tevil yapabilir ve bunların dışında Kur’an’ın tevili herkesin işi değildir.[87]
Tecvit ve Tertil
Basitçe tanımlamak gerekirse Kur’an’ı doğru okuma kurallarına tecvit ilmi ve Kur’an’ı doğru okuma sanatına da tertil denir. Tecvit şer’i ve Kur’anî ilimlerdendir. Tecvit ilminin tarihi Peygamber (s.a.a) asrına; onun Kur’an kelimelerinin doğru telaffuz edilip doğru okunmasına ihtimam gösterdiği zamana dayanır. İslam ümmeti Kur’an’ın anlamını ve hükümlerini anlamak için kendisini zorunlu hissettiği gibi kıraat imamlarından işittikleri gibi lafızların ve harflerin doğru telaffuz edilmesi için de gayret gösteriyordu. Nesilden nesle intikal eden ve sonuç itibariyle Peygambere (s.a.a) ve onun sünnetine dönen Kur’an kıraatiyle muhalefet etmek veya yüz çevirmek caiz değildir. Tecvit ilmi Kur’an kıratını Peygamber (s.a.a) zamanındaki kıraate benzetmeyi hedeflemektedir.[88]
Tecvit, kıraat ilminin bölümlerindendir. Tecvitle kıraatin farkı şudur: Kıraat ilmi Kur’an kelimelerinin hem i’rab hem de telaffuz açısından doğru eda edilmesini üstlenen bir ilimdir. Tertil ise kelimelerin doğru şekilde birbirleriyle ilişkilendirilmesidir. Tertil Kur’an-ı Kerim’i doğru, anlaşılır ve tane tane okunmasıdır. Kur’an’da birkaç kez tertil üzerinde durulmuş ve Müzzemmil suresinin üçüncü ayetinde açıkça şöyle buyrulmuştur: “Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku.” Emirü’l Müminin’e bu ayette geçen tertilden neyin kastedildiği sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “Tertil harflerin doğru eda edilmesi ve Kur’an’ın durulması gereken yerlerine aşina olunmadır.”[89] İbn-i el-Cezeri tevilin tanımında şöyle der: “Yavaş ve acele etmeksizin okumaktır ve Kur’an acele edilmeksizin nazil edilmiştir.” (Ve acele edilmeksizin de okunması gerekir).[90]
Kur’an Kıssaları
Kur’an’ın başından sonuna kadar içerdiği ve tekrar ettiği konulardan bir diğeri de genellikle özel noktalar içerip ibretlerle dolu olan nebi ve kavimlerin kıssalarıdır. Kur’an kıssalarının araştırılıp tanınması Kur’anî ilimlerin bölümlerinden birisidir. Daha önce söylendiği gibi Kur’an’ın açıklama yöntemi ardı süre gele, birbirine bağlı ve tek düze bir açıklama yöntemi değil, bilakis envai tür güllerden oluşan bir buket gül misali çeşitli konuların iç içe işlendiği bir yöntem olup bir kıssanın başından sonuna kadar kesinti olmaksızın ele alındığı pek nadirdir. Kur’an’da istisna olarak baştan sona kadar kesintisiz olarak anlatılan kıssalar şunlardan ibarettir: Yusuf suresinde Hz. Yusuf (a.s) ve kardeşlerinin kıssası, Taha suresinde Hz. Musa’nın (a.s) kıssası, Sad suresinde Hz. Davud’un (a.s) kıssası, Neml suresinde Hz. Süleyman’ın (a.s) kıssası, Nuh suresinde Hz. Nuh’un (a.s) kıssası ve Hud suresindeHz. Hud’un kıssası. Yunus suresinde Hz. Yunus’un kıssası birkaç ayet kadar bile değildir. Hz. İbrahim’in (a.s) kıssası yalnızca İbrahim suresinde ele alınmadığı gibi sadece Hz. İbrahim değil, bilakis diğer kıssalar da konu edilmiştir. Hz. İbrahim’in (a.s) kıssasının çoğunluğunu Bakara ve diğer surelerde aramak gerekir. Kur’an’ın 15 suresinde Hz. İbrahim’e (a.s) işaret edilmiştir. Keza Hz. Musa’nın (a.s) kıssası Kur’an’ın 21 suresine yayılmıştır.
Kur’an kıssalarında sadece nebiler ele alınmamış, bilakis Kehf suresinde Ashab-ı Kehf veya Kasas suresinde Karun gibi nebi olmayanların kıssalarına da yer verilmiştir.
Kur’an’da yer alan bazı şahsiyetlerin kıssaları şunlardan ibarettir: Adem, Azer, İblis, İdris, İremü Zati’l İmad, İshak, İsmail, Ashabu’l Uhdud, Ashabu’r-Res (Ashab-ı Kehf ile aynıdır), Ashabu’s-Sebt, Ashabu’s-Sefine, Ashabu’l Kehf, Beni Adem, Beni İsrail, Tebbe’, Semud, Calut, Cin, Havva (isim söylenmeksizin), Havariyyun, Hızır (Racülün Salih), Davud, Zü’l Karneyn, Zü’l Kifl, Rum, Zekeriya, Züleyha (isim söylenmeksizin), Zeyd b. Haris, Zeynep biti Cahş (isim söylenmeksizin), Samiri,Sebe, Sehere, Süleyman, Şuayb, Salih, Talut, Ad, Üzeyir, İsa b. Meryem, Firavun,Karun, Ken’an b. Nuh (isim getirilmeksizin), Lokman, Lut, Hz. Muhammed, Medyen, Meryem, Mütefikaat, Musa, Nasari, Nemrut, Nuh, Habil, Kabil, Harut, Marut, Harun, Haman, Hud, Yecüc, Mecüc, Yahya, Yakup, Yunus ve Yahud.[91]
Fıkıh veya Kur’an Hükümleri
Fıkıh ve Usul ıstılahında şeriat hükümlerinin ilk ve en önemli kaynağı olan Kur’an’a “Kitap” denilir. “Kur’an ilahi kanunlar bütünü ve hadislerin değerlendirilme ölçüsüdür ve ölçü olmaya da devam edecektir. Dolayısıyla Kur’an’ın Peygambere (s.a.a) nüzulünden günümüze kadar İslam fakihlerinin kaynağı olmuş, olmaya devam edecektir ki fekahat ve içtihadın tarihi süreci bu iddianın tanığıdır.”[92]
Bilindiği gibi Kur’an’da yaklaşık 500 tane fıkhi veya ahkâm ayeti vardır.[93] Ne var ki Kur’an’dan fıkhi çıkarımda bulunmak (istinbat) pek çok maarifi, Arap dili ve edebiyatına hâkim olmayı (lügat, nahif, meani ve beyan gibi), Kuran ilimlerini (nasih – mensuh, muhkem ve müteşabih ve nüzul sebepleri gibi), şer’i ilimleri ve fıkıh ve usule dair ilke ve kuralları bilmeyi gerektirir. Zikri geçen ilimlerin elde edilmesinden sonra bir araştırmacı örneğin Kur’an’da gelen her “Emir” kipinin farzı bildirmediği gibi her farzın da “Emir” kipiyle açıklanmadığını anlayacaktır. Bazen “Nehy”, “Nefy ve Ahbar” kalıbında “İnşa”nın yerini tutar. Pratikte içtihat derecesine ya da içtihadın yakın bir derecesine ulaşmayan bir kimsenin Kur’an’dan fıki çıkarımda bulunmasının ilmi güvenirliği ve itibarı yoktur. Dolayısıyla Kur’an zahirlerinin hücciyetinin kolaylıkla kabul edilmemesinin sebebi budur. Elbette bu açıklamayla Kur’an’ın yalnızca sünnetin aracılığıyla anlaşılabileceğine inanan “Ahbariler”in sözünü teyit etmek istemiyoruz, zira “Ahbariler” Pak Masum İmamların (a.s) kendi sözlerinin doğruluk ölçüsü olarak Kur’an’ı ölçü saydıklarından gafildirler. Aksine bu açıklamayla “Usulcüler”in konumunu ve içtihadın gerekli v önemli olduğunu teyit ediyoruz. Sonuç itibariyle araştırmacıların söyledikleri gibi Kur’an-ı Mecid “Katiyyü’s-Sudur” olduğu gibi aynı zamanda “Zannü’d-Delale”dir. İslam mezhepleri fıkıhçı ve Kur’an araştırmacıları Kur’an hükümleri konusunda pek çok kitap yazmışlardır.[94]
Kur’an Tercümesi
Kur’an’ın tercüme edilip edilmemesi hususunda asırlarca İslam âlimleri ve mezheplerin önde gelenleri arasında görüş farklılığı vardı. Fakihlerin çoğu ve Ehlisünnetin dört mezhep imamı (Ebu Hanife’nin dışında ki ilk önce caiz olduğunu ve sonra Arapçanın bilinmemesi durumunda caiz olduğunu söylemiştir) namazda Fatiha ve surenin Arapça dışında okunmasının caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Bazıları ise asıl itibariyle Kur’an’ın hiçbir dile tercüme edilmesinin doğru olmadığı çıkarımında bulunmuşlardır. Ancak Kur’an’ın tercümesinin tarihi çok eskilere dayanmaktadır ve Salman Farisi’nin “Bismillahirrahmanirrahim”i “Bağışlayıcı Allah’ın adıyla” şeklinde tercüme ettiği bilinen bir gerçektir.[95] Bu konuda çok önemli görüşler vardır. Serahsi “Mebsut”[96] adlı kitabında şöyle yazmıştır: “Farslar, Salman Farisi’ye Fatiha suresini Farsça yazmasını istemiş ve o da yazmıştır. Sonar Farslar namazda Fatiha suresini dilleri Arapça telaffuzuna alışana kadar Farsça okuyorlardı. Derken bu olayı Peygamber Ekrem’e (s.a.a) anlattılar ve Peygamber’de (s.a.a) inkâr etmedi.” Abdüllatif Tıbavi (ö. 1981-1910) konuyla alakalı “Ahkamu Tercümeti’l Kur’ani’l Kerim” başlığını taşıyan bir makale yazmıştır.[97] Tıbavi bu makalesinde tarihsel eleştiride bulunarak Peygamber (s.a.a) döneminde Farsların Müslüman olmadıklarını, dolayısıyla Peygamberin (s.a.a) böyle bir sorunla karşılaşmadığını ortaya koyarak bu sözü reddetmiştir. Muhammed Hamidullah, söz konusu makalenin basıldığı aynı dergide[98] Tıbavi’nin sözünü reddederek rivayette “Biladu Fars” değil, “Kavmin mine’l Fars” şeklinde geldiğini ve sahabe ve Yemen sakinleri arasında pek çok Müslüman İranlının yer aldığını ortaya koymuştur.[99]
İlk ve meşhur fakihlerden olan Ebu Hanife namazın Fars dilinde kılınabileceğine dair ilk fetva veren kimsedir. Ebu Hanife’nin görüşünü kabul eden yaranlarından bazıları namazda Kur’an’ın Türkçe, Hintçe ve Süryanice gibi dillere tercüme edilmesini caiz bilmişlerdir. Bununla birlikte Ebu Hanife’yle aynı çağda yaşayan Ebu Yusuf ve Şeybani Ebu Hanife’ye muhalefet ederek yalnızca Arapça kıraatinden aciz olan kimsenin Kur’an’ı Farsça kıraat etmesinin caiz olduğunu söylemişlerdir. Araştırmacıların bazıları ise Ebu Hanife’nin bu sözünden döndüğünü söylemiştir.[100] Eskilerden Suyuti ve muasır âlimlerden Muhammed Reşit Rıza “el-Menar” tefsirinde Ebu Hanife’nin verdiği fetvasından döndüğünü ileri sürmüştür.[101] Güya Hanefi mezhebine tabi olanlar geçmişten şimdiye kadar bu fetvaya amel etmemiş ve sürekli namazlarını Arapça kılmışlardı. Kur’an’ın tercüme edilmesi görüşünü benimseyenlerin en sağlam delilleri Kur’an’ın şu ayetidir: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” Bakara 286. Şafii Kur’an’ın Arapça dışında okunmasının caiz olmadığı hükmünü vermiştir, zira Kur’an Arapça indirilmiş ve başka dillere tercüme edilmesi durumunda Kur’an olmaktan çıkacaktır; Kur’an’ın mucize olması Arapça olmasına bağlıdır ve başka dillere tercüme edildiğinde Kur’an’ın i’cazı ortadan kalkacaktır. Ancak Arapça kıraatinden aciz olan kimse namazda surelerin yerine “Tespih” ve “Tehlil” söylemesi gerekir. Cahiz Arapça şiirin tercümesinin mümkün olmadığına, zira Arap’ın hikmetinin (şiirinin) Arapça dışına çevrilmesi durumunda Arap’ın i’caz ve sanatının heder edildiğine; Kur’an’ın tercümesinin şiirden daha zor ve tehlikeli olduğuna inanır.[102]
Şia âlimleri namaz dışında Kur’an’ın tercüme edilmesinin caiz ve zorunluluğunu kabul etmiştir.[103]
Kur’an İlimleri
“Ulumu Kur’an” nispeten yeni bir ıstılahtır, ancak bu ıstılahın somut örneğinin tarihi kökeni çok eskiye dayanır. Bu ıstılahtan, Kur’an etrafında şekillenip gelişen ve tarih, tefsir ve içerikle alakalı olarak Kur’an’ı tüm boyutlarıyla tanımayı hedefleyen ilimler kastedilmiştir. Bu ilimler şunlardan ibarettir:
1. Kur’an Tarihi
2. Tefsir İlmi
3. Kıraat, Tecvit ve Tertil İlmi
4. İlmi Resmi Osmanî; yani Kur’an’ın resmi hattı ve eski yazım şekillerinin nasıllığı üzerinde duran ilim
5. Kur’an İ’caz İlmi
6. Nüzul Sebepleri İlmi
7. Nasıh ve Mensuh İlmi
8. Muhkem ve Müteşabih İlmi
9. Mekki ve Medeni Sureleri Tanıma İlmi
10. İ’rab İlmi
11. Kur’an Lügatlerini Tanıma İlmi
12. Kıssalar İlmi
13. Kur’an Hükümleri veya Kur’an Fıkhı
Kur’an’ın tercüme sanatının Tefsir İlmine dâhil edilmesi mümkündür. Kur’an ilimlerinin geçmişi çok eskiye dayanır; nasih – mensuh ve nüzul sebepleri gibi hadis ve nakle dayandırılan bazı Kur’an ilimlerinin Hadis İlimleri kadar geçmişi vardır. Bununla birlikte İlmi Resmi Osmanî, Kur’an’ın toplanması ve nihai nüsha haline getirilmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. İslam mezhepleri fakihlerinin pek çoğu İlmi Resmi Osmanî’yi değiştirmenin şer’en caiz olmadığına inanmış ve hali hazırda elimizde var olan Kur’an’ın en eski kaynaklara dayan nüshanın dikkate alınmasıyla “Resmü’l Hattı Osmanî” hattıyla yazıldığını söylemişlerdir. Kur’an’ın söz konusu resmi hattıyla günümüz Arapça ve Farsça hattı arasında farklılıklar vardır ve Farsça kullananlar, hatta tahsilliler bile okumakta zorlanmaktadır. Zira “Elif” harflerinin pek çoğu yazılmamıştır örneğin “سلطان Sultan” yerine elifsiz “سلطن Sultan” (Ta harfinin üzerine kısa elif yazılmış) ve “یا نوح Ya Nuh” yerine Ya harfinin üzerine kısa elif yazılarak “ینوح Yanuh” şeklinde yazılmıştır. Ancak Resmü’l Hattı Osmanî’yi olduğu gibi ve değiştirilmeden kalması gerektiğini kabul edenler haklıdırlar. Çünkü yazılım düzeltmeleri ve her dilin yazım kurallarına uyumlu olacak şekilde hat düzenlemelerinin sonu yoktur ve asıl itibariyle ne yaparsak yapalım sonuçta Kur’an’ı doğru okumak özel eğitimi gerektirmektedir. Keza yalnızca bilmek ve tahsil etmek, Kur’an’ın doğru okunması için yeterli değildir.[104]
Kıraat ilmi ve Kıraat ihtilaflarının tanınmasının geçmişi Peygamber (s.a.a) ve sahabe asrına uzanır. Ancak Kur’an İ’caz İlmi veya Kur’an İ’rab İlmi gibi bazı ilimler sonraki asırlarda ortaya çıkmıştır. Zerkani şöyle diyor: “Ulumu’l Kur’an dalında yazılan ilk eser Hufi olarak tanınan Ali b. İbrahim b. Said’in (k. 330) el-Burhan fi Ulumi’l Kur’an adlı eseridir. Otuz ciltlik bu eserin on beş ciltlik nüshası Daru’l Kutubi’l Mısriye kütüphanesinde korunmaktadır. Kur’an ilimlerinin hepsini veya ezici bir çoğunluğunu kapsayan eserler şunlardan ibarettir:
• Fununu’l Efnan fi Ulumi’l Kur’an; İbni Cevzi (ö. 597 k)
• el-Mücteba fi Ulumi’l Kur’an; İbni Cevzi ( Her iki eser de Kahire’deki Daru’l Kütubi’l Mısriyye kütüphanesindedir).
• Cemalü’l Kurra; Alemü’d-Din Sehavi (ö. 641 k)
• el-Mürşidü’l Veciz; Ebu Şame (ö. 665 k), (Bu eser basılmıştır).
• el-Burhan fi Ulumi’l Kur’an; Beru’d-Din Zereşki (ö. 794 k), Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim tarafından tashis edilerek dört cilt şeklinde hazırlanmış bu nefis eser en temel kaynaklardan birisidir.
• Mevakiu’l Ulum min Mevakıi’n-Nucum; Celallettin Belkînî (ö. 824 k)
• el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an; İran asıllı Mısırlı muhaddis ve Kur’an araştırmacısı Celaleddin Suyuti (ö. 911 k). Bu eser Ulumu Kur’an dalından en önemli eserlerden sayılmış ve Farsçaya da tercüme edilmiştir.
İslam dünyasında yeni dönemde Ulumu Kur’an hakkında yazılan en önemli kitapların bazıları şunlardan ibarettir:
• Menahilü’l İrfan fi Ulumi’l Kur’an; Muhammed Abdülazim Zerkani, iki cilt.
• Mebahisü fi Ulumi’l Kur’an; Subhi Salih.
• el-Mucizetü’l Kübra; Muhammed Ebu Zühre (“Büyük Mucize” adıyla Zebihi Bey Farsçaya tercüme etmiştir).[105]
Kur’an Basımı
Kur’an’ın basılma tarihi Avrupa ve dünyada kitap basılmasının yaygınlık kazandığı dönemlere rastlar. Kur’an’ın Arapça metni ilk defa Venedik’te “Paganini” aracılığıyla 1503-1523 yılları arasında basılmış[106] ve nüshalarının tamamı Papa’nın emriyle toplatılmıştır. Daha sonra İbrahim Hinckelman 1694 yılında Hamburg’da söz konusu Kur’an nüshasını basmıştır. Avrupa’da en eski ve en sahih Kur’an baskısı Flogel basımıdır (1836). İşaret edildiği gibi İtalya ve Alman baskısından sonra Müslümanlar için ilk defa Kur’an metni 1787 yılında Rusya’da Sankt Peterburg’da basıldı.[107]
İran’da Kur’an’ın ilk basımı hakkında ihtilaf vardır. Bazıları ilk Kur’an basımını Tebriz’de kameri 1242 yılında gerçekleştiğini[108] bazıları ise kameri 1246 yılında basıldığını söylemiştir.[109]
Kur’an-ı Mecid’in ilmi ve münakkah (her türlü yazım hatalarından arındırma) basımının Mısır baskısı olması önemli bir noktadır. Subhi Salih şöyle yazıyor: “Kahire’de 1923 yılında Kur’an’ın nefis basımı Birinci Melik Fuad’ın tayin ettiği heyetin eşliğinde ve Ezher şeyhlerinin gözetimi altında yayınlandı. Asım Kıraati’nin Havs rivayeti esasına göre basılmış bu Kur’an, İslam âleminde büyük bir ilgi ve alakayla karşılandı.”[110] Suriyeli meşhur hattat Osman Taha’nın hattının temel alınarak yazılan Kahire mushafı, Suriye’de çeşitli boylarda ve yüksek tirajlarda basıldı. Daha sonra hicri kameri on beşinci yüzyılın başlarında Melik Faht Kurultayı, Kur’an Âlimleri Heyetini tayin etti ve son derece ilmi çalışmaların neticesinde gerçekte Kahire mushafı olan Osman Taha’nın nüshasının, teknolojik mükemmel baskısını İslam âlemine sundu. Her yıl söz konusu bu nüshadan iki milyon nüsha basılıp dünyanın her yerinden gelen hacılara ve dini kuruluşlara hediye edilmektedir. Resmü’l Hattı Osmanî hattının esas alınması suretiyle yazılan ve İmamiye Şiasına da dayandırılan bu nüsha avam halk ve âlim taifesini de kapsamak üzere İslam âlemi tarafından kabul görmüş ve İslam âleminin resmi mushafı olarak telakki edilmiştir ki bu mesele, Ehlisünnet ve Şia’nın bir araya gelmesinde çok önemli bir role sahiptir.[111]
Kur’an Araştırma Kaynakları
a) Kur’an Kavramları Sözlükleri
Lisanü’l Arap’tan tutunda ondan öncesi Mucemü’l Vasit’e ve daha sonraki sözlüklere kadar yazılan eserlerin tamamı Kur’an kavramları üzerinde yapılan çalışmaları ortaya koymaktadır. Bu genel kaynaklara ek olarak Kur’an-ı Mecid’in lafızlarını ele alan özel sözlükler ilk asırda yazılmıştır. Bu alanda kaleme alınan en eski eser “Mesaili Nafi b. Ezrak”tır (Nafi’nin Kur’an kelimeleri hakkında İbn-i Abbas’a soruları) ve Suyuti bunların tamamına “İtkan” kitabında yer vermiştir.[112] Söz konusu eserde yer alan lügatler “Mucemu Garibi’l Kur’an” unvanıyla basılmış ve kelimelerin yaklaşık tamamı İbn-i Ebi Talha kanalıyla İbn-i Abbas’tan rivayet edilmiştir. Kur’an kelimelerini ele alan en eski kavram sözlükleri şunlardır: “Mecazü’l Kur’an”, Ebu Ebeyd Muammer b. Müsenna (ö. 210 k). Bu sözlük gerçekte sözlük olmanın ötesine taşarak zor ve mecazi metinlerin şerhini de yapmıştır. “Tevilü Müşkili’l Kur’an” ve “Tefsirü Garibi’l Kur’an”. Bu eserlerin her ikisi de İbn-i Kuteybe’ye aittir (ö. 276 k). “Müfredatı Rağıp İsfehani” (ö. 401k). Tam ismi “Mucemu Müfredati Elfazi Kur’an” olan bu eser defalarca basılmış ve son zamanlarda Farsçaya da tercüme edilmiştir. Damgani’nin “Kamusu’l Kur’an”, Farsçaya tercüme edilmiştir. Tıflisi’nin “Vucuhu Kur’an”, bu eser “Lisanü’t-Tenzil” (müellifi mechuldür) ve Mir Seyit Şerif Curcani’nin “Tecümanü’l Kur’an” gibi Arapça-Farsçadır. Şia müelliflerinden Fahrettin b. Muhammed’in Kur’an ve hadis ıstılahlarını içeren “Mecmeu’l Bahreyn” ve Hemu’nun “Tefsirü Garibi’l Kur’an” kitabı. Çağdaş asırda Şia yazarlardan iki lügat kitabı hatırlatılmaya değerdir: Seyit Ali Ekber Kurşi’nin “Kamusu Kur’an” (üç ciltte yedi cüz) ve Hasan Mustafavi’nin “et-Tahkik fi Kelimati’l Kur’ani’l Kerim”, on dört cilt.
b) Kur’an Ansiklopedileri
1. “el-Mevsuatü’l Kur’aniyeti”; Değerleyen İbrahim el-Ebyari ( 11 cilt, 1405 k)
2. “Dairetü’l Feraid”; Seyit Muhammed Bakır Muhakkik.
c) Kur’an İndeksleri
Kur’an indekleri kelime ve konu indeksi olmak üzere iki kısımdır. Kur’an kelimelerinin indeksine Keşşafü’l Ayat’da denilmiştir. Ayet Bulma olarak da isimlendirilen Keşfü’l Ayat ile Kelime Bulma olarak isimlendirilen Keşşafü’l Kelimat arasında teknik fark vardır. Zira ayetin aranıp bulunmasını içerenKeşşafü’l Kelimat da yalnızca anahtar kelimelerin fihristi yapılmış ve anahtar olmayan harf ve kelimelere (örneğin ellizi veya ellezine) yer verilmemiştir. Ancak Keşşafü’l Ayat’da harfleri de kapsayacak şekilde Kur’an’ın tüm kelimelerinin tam fihristi yapılmıştır. Bununla birlikte her ikisi arasında yapısal ortaklık ve benzerlik vardır. Kur’an-ı Mecid’in Keşfü’l Kelimat’ı hakkında yapılan en meşhur çalışmalardan birisi Alman Müsteşriki ve Kur’an Araştırmacısı Gustav Leberecht Flügel’in (1802-1870) “Nucümü’l Furkan fi Etrafi’l Kur’an” adlı eseridir. Yeni asırda meşhur Kur’an araştırmacısı ve Farsça dilinde Kur’an tarihi yazarlarının en iyisi Şadervan Mahmut Ramyar’ın (ö. 1363 ş) Keşfü’l Ayati Elifba’ya benzer bir şekilde hazırladığı Fihristü’l Elfaz veya Fihristü’l Kelimat kitabıdır. Bu eserin elifba sıralaması kelimelerin asli köküne göre değil kelimelerin görüşüne göredir, dolayısıyla İranlılar kolaylıkla bu kitaptan yararlanabilir. Keşfü’l Ayat konusunda yazılan en yaygın ve en meşhur kitap Muhammed Bakır Fuad Abdülbaki’nin (1388 k) “el-Mücemü’l Müfehris li’l Elfazi’l Kur’ani’l Kerim” adlı eseridir. Bu kitapta, kelimelerin kökü esas alınarak elifba sırasına göre ve ayetin bir bölümüyle birlikte Kur’an’ın anahtar kelimeleri zikredilmiştir. Bu alanda yapılan son çalışma muasır Kur’an araştırmacılarından Dr. Mahmut Ruhani’nin kelimelerin kökü esasına göre değil, harflerin elifba sıralamasına göre hazırladığı “el-Mucemü’l Ahsa li Elfazi’l Kur’ani’l Kerim” adlı üç ciltlik çalışmasıdır. Bu alanda yapılan bir diğer çalışma Fransız Müsteşrik Jol Labum’un (1876 k) “Tefsilü’l Ayat” kitabıdır. Çok meşhur olmasına rağmen en faydasız eserlerden olan bu çalışmada Kur’an’ın tamamı 18 fasıl ve toplam 350 konuya ayrılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in konulu indeksini içeren kapsamlı ve yöntemsel çalışması Kamuran Fani ve Behaüddin Hurremşahi tarafından hazırlanan “el-Fihrisü’l Mevzui li’l Kur’ani’l Kerim” kitabıdır.
d) Kur’an Araştırmaları Eserlerinin İndeksi
Kur’an araştırmacıları için en faydalı ve en gerekli kaynaklarından birisi de Kur’an araştırmaları eserlerinin indeksi ve Kur’an hakkında yazılan kitapların tanınması hakkında yapılan çalışmalardır. Nedim’in “Fihrist”, Haci Halife’nin “Keşfü’z-Zunun” ve Aga Bozorg Tahrani’nin “ez-Zeria” kitaplarında konu başlıkları veya konu başlıkları altında dağınık olarak Kur’an çalışmalarını içeren yüzlerde kitabın tanıtımı yapılmıştır. Bu alanda yapılan en önemli çalışmalar şöyledir:
1. Fuad Sergin; Tarihü’t-Turaki’l Arabî, tek cilt.
2. Ahmet Münzevi (Tahran, 1348 ş); Fisristi Nushahayi Hatti Farisi.
3. Muhammed el-Humeyni; Fihrisü Muhatıbat Daru’l Kütübi’z-Zahiriyye.
4. Charlez Amruz Usturi; Edebiyati Farisi ber Mebnayi Telifi Usturi, mütercimler: Yahya Aryin Pur, Siruz İzdi ve Kerim Keşaverz.
5. Dr. Seyit Muhammed Bakır Hucceti; Fisristi Mevzui Nushahayi Hatti Arabi Kitaphanehayi Cumhuri İslami İran.
Yeni asırda Kur’an hakkında yazılan kitapların tanınması konusunda yazılan en önmli kitaplardan birkaçı şunlardır:
1. Şevah İshak; Mucemu Musennefati’l Kur’ani’l Kerim (4 cilt, Riyaz, 1403 k).
2. Abdülcebbar er-Rufai; Mucemu’d-Dırasati’l Kur’aniye.
3. Amirü’l Hulv; Mucemu’d-Dırasati’l Kur’aniye.
4. Kur’an hakkında yazılan kitapların tanınması konusunda Orduca bir kitap yayınlanmıştır. Bu alanda yapılan en kapsamlı çalışma Huccetü’l İslam ve’l Müslimin Muhammed Hasan Bukai’nin “Kitapnameyi Bozorgi Kur’an’i Kerim” adlı kitabıdır.
——————————–
Kaynakça
1. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1630-1631
2. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1632
3. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1630-1631
4. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631
5. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631
6. Bkz: “İtkan”, Farsça tercümesi, c.1, s.181 sonrası, Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an…, s.1631.
7. Furkan Suresi, 1.
8. Enbiya, 50.
9. Şuara, 192.
10. Bakara, 2; Hicr, 1.
11. Tevbe, 6; Feth, 15; Kaf, 2; Buruc, 21.
12. Kaf, 2; Buruc, 21.
13. Hicr, 78.
14. Yasin, 2.
15. Vakıa, 77.
16. Hicr, 1.
17. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631.
18. Ferhengi Amariyi Kelimati Kur’ani Kerim, Dr. Mahmut Ruhani, c.1/23; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631.
19. Tarihi Kur’an, Ramyar, 543; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631
20. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631
21. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1631-1632
22. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1632
23. Bakara, 106; Nahl, 101; Bakara, 252; Al-i İmran, 7; Yusuf, 1; Nur, 1.
24. Tarihi Kur’an, Ramyar, 570; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1632
25. Bakara, 23; Tevbe, 64; Nur, 1.
26. Hud, 13.
27. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1632
28. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1632-1633
29. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1633
30. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1633
31. Tabatabai, Kur’an der İslam, s 76
32. Tabatabai, Kur’an der İslam, s 64
33. Tarihi Kur’an, s133; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1633
34. et-Temhit, c1-98/93; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
35. Tarihi Kur’an, Ramyar, s 211; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
36. Tarihi Kur’an, Ramyar, s 213; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
37. Tarihi Kur’an, Ramyar, s 255; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
38. Tarihi Kur’an, Ramyar, s 280; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
39. Tarihi Kur’an, Ramyar, s 281; Tercümeyi İtkan, c 1/ 201,205; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
40. Tabatabai, Kur’an der İslam, s 113; es-Secistani, Kitabu’l Mesahif, s16; Suyuti, el-İtkan, c 1, s 161
41. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1634
42. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1635
43. Tarihi Kur’an, Ramyar, s423; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1635
44. Tarihi Kur’an, Ramyar, s 407-431; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1635
45. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1635
46. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1636
47. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1636-1637
48. Tercümeyi İtkan, 46/1-47; Menahilü’l İrfan, 1-186/187; Tarihi Kur’an, Ramyar, s 601-603; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1637
49. et-Temhit, c 2/270; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1637
50. Menahilü’l İrfan, c2/72; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1637
51. Tefsiru Beyzavi; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1637
52. Bakara, 106.
53. Nahl, 101.
54. Ra’d, 39.
55. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1637
56. 60. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1637
57. Tibyan, Zeyli Tefsiri Ayei 7 Sureyi Ali İmran; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1637-1638
58. et-Temhit, c 3/8; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1638
59. et-Temhit, c 3/14; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1638
60. et-Temhit, c 3/15; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1638
61. Fussilet, 26.
62. Müddessir, 25.
63. Enfal, 31.
64. Tur, 33-34.
65. Hud, 13-14.
66. Bakara, 23-24. Tercümeyi Fuladvend
67. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1638
68. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1638-1639
69. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1639
70. Nisa, 103.
71. Hui; el-Beyan, “Hudusu’l Kur’an ve Kıdemuhu”, s 432; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1639
72. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1639
73. Muhammed Suresi 24; Zümer Suresi 27; Şuara Suresi 192-195
74. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1639
75. Furkan, 32.
76. Kemali, Seyit Ali, Kanuni Tefsir, s 27; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1639
77. Kemali, Seyit Ali, Kanuni Tefsir, s 46-47; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1639-1640
78. Zerkani, Menahilü’l İrfan, c1/471; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s 1640
79. Zerkani, Menahilü’l İrfan, c1/471; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s 1640
80. Tercümeyi İtkan, c 1/570-572; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
81. Kamus.
82. Ali İmran, 7; Nisa, 59.
83. et-Temhit, c 3/28; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
84. et-Temhit, c 3/30-31; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
85. Kanuni Tefsir, s 31; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
86. et-Tefsir ve’l Müfessirun, c 1/22; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
87. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1640
88. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1640
89. en-Neşr, İbnü’l Cezeri, c 1/209; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
90. en-Neşr, İbnü’l Cezeri, c 1/207; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1640
91. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1641
92. Cennati, Muhammed İbrahim, Menabiu İçtihat ez Didgahi Mezahibi İslami, s 6; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1641
93. Cennati, Muhammed İbrahim, Menabiu İçtihat ez Didgahi Mezahibi İslami, s 13-14; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1641
94. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1642
95. Ramyar, Tarihi Kur’an, s 601-603; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1642
96. Kahire, 1324 k, 1/37; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1642
97. Mecelletü Mecmei’l Lugati’l Arabiyeti bi Demeşk, el-Mücelled 54, cüz 3, Şaban 1399 k/1979 m, s 635-660
98. Mecelletü Mecmei’l Lugati’l Arabiyeti bi Demeşk, el-Mücelled 55, cüz 1, Sefu’l Hayr 1400 k/1980 m, s 632-665
99. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1642
100. Bkz: el-Merru Gaynani, Ali, el-Hidayetü fi’l Furu’, Hind, 1302 k, c 1/86; Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1642
101. C. 9/313, 319-320.
102. Bkz: Kitabu’l Heyevan, Tahkik Abdüsselam Muhammed Harun, Kahire, 1353 k, c 1/74-75; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1643
103. Bkz: Rey ve Nazari Sari Ayetullah Hui der el-Beyan, Ta’lika 5; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1643
104. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1643
105. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1643-1644
106. Dairetü’l Mearifi Farsi; Subhi Salih; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1646
107. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1644
108. Tarihu Cem’i Kur’ani Kerim, Celali Nayini, 406; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1644
109. “Kur’anhayi Çapi”, Kazım Müdir Şaneçi, Meşkut, Şomare 2, s 135; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1644
110. Mebahisu fi Ulumi’l Kur’an, s 100; Hurremşahi’nin nakli, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s.1644
111. Hurremşahi, Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c.2, s. 1644
112. Metni Asli, c . 2/67-105.
Bibliyografi
• Kur’an-ı Kerim, Tecüme Muhammed Mehdi Fuladvend, Tahran: Daru’l Kur’ani’l Kerim, 1418 k/1376 ş.
• Daneşnameyi Kur’an ve Kur’an Pejuhi, c 2, Bahauddin Hurremşahi, Tahran: Dustani Nahid, 1377.
• es-Secistani, Abdullah b. Süleyman, Kitabu’l Mesahif, Beyrut: Daru’l Kutubi’l İlmiye, 1405 k/1985 m.
• Tabatabai, Seyit Muhammed Hüseyin, Kur’an der İslam, Musahhih: Muhammed Bakır Behbudi, Tahran: Daru’l Kutubi’l İslamiye, 1376 ş.
• Suyuti, Celaleddin, el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an, Tahkik: Seyit el-Mendup, Lübnan: Daru’l Fikr, 1416 k/1996 m.