Lübnan Başbakanı Saad Hariri sabah saat 8:30’da Suudi kraliyet yönetimi tarafından çağrıldı; kraliyet standartlarına göre çok erken bir saatti.
Suudilerin eski müttefiki Hariri o gün sabah kot pantolon ve tişört giymişti ve Muhammed bin Salman ile birlikte çölde geçmeye çıkıp çadır kuracaklarını sanıyordu. Ama cep telefonlarını aldılar ve o, Suudi güvenlik güçleri tarafından aşağılandı.
Daha Suudiler, sonra son derece saygısızca ve onur kırıcı bir şekilde onun yanına gittiler ve önceden hazırlanmış istifa metnini ona verdiler. O da bunu Suudi televizyon kanalında okumak zorunda kaldı.
Onun Suudi başkenti Riyad’a çağrılmasının gerçek nedeni onu istifaya zorlamak ve onun İran’ı açıkça suçlamasını sağlamaktı. O adeta bağımsız bir ülkenin başbakanı değil de bir Suudi memuruydu.
Suudi televizyon kanalına çıkmadan önce onun Riyad’daki evine gitmesine bile izin verilmedi. Bu yüzden güvenlik güçlerinden kendisine bir takım elbise getirmelerini istedi.
Her ne kadar bu dizi çok tuhaf gözükse de bu macera sadece ülkesinde değil tüm bölgede iktidar yapısını değiştirme peşinde olan büyük hevesler peşindeki genç veliaht Muhammed bin Salman’ın hikayesinin sadece bir bölümüydü.
O, ülkesinde yüzlerce prensi ve işadamını hapsetti, ülke dışında Yemen’de savaş başlattı ve şimdi de Katar’la uğraşıyor.
Hariri’ye Riyad’a rapor vermesi için talimat verildiği gün, Hariri yalnızca veliaht prensin diğer prenslerle çatışmasında kontrolü ele almak ve ezeli bölgesel rakibi olan İran’a yönelik hedeflerine ulaşmak için kullandığı bir piyondu.
Prens Muhammed, daha önce komşu ülke Yemen’de İran’ın desteklediği isyancılara karşı savaş açtı; ama batağa saplandı. Onun Katar’a abluka uygulaması, bu Körfez ülkesinin İran’a daha fazla yakınlaşmasına neden oldu.
Lübnan başbakanı hikayesi, yeni liderin Suudi Arabistan’ın yıllarca üstünde çalıştığı birini aceleyle ve pervasız bir şekilde değiştirmesine dair yeni bir örnekti. Ama bu adım bugün bölgede istenmeyen yeni sonuçlar yarattı. Şu an Hariri eskisinden daha popüler ve Hizbullah da eskisinden daha güçlü.
Suudilerin Lübnan’da iç savaş çıkarma hedefi tutmadı
İki üst düzey Lübnanlı yetkili, birkaç Batılı diplomata dedi ki: Husumetlerin arttığı dikkate alındığında Lübnanlı yetkililer, Suudilerin Lübnan’daki mülteci kamplarını ve Filistinli mültecileri istikrarsızlaştırmayı öngören Suudi planının uygulanmaması için çaba gösterdi. Ayrıca Beyrut’ta Suudi Arabistan’ın ya da Lübnanlı müttefiklerinin kamplarda veya başka yerlerde Hizbullah’a karşı bir milis grubu oluşturması kaygısı vardı.
Böylesi bir komplo hayata geçirilmedi; bir Suudi yetkili de bunun incelemeye dahi alınmadığını söyledi.
Bazı Batılı ve Arap yetkililer, Suudilerin böylesi bir fitne ve desise (Hariri’nin istifası) ile ne elde etmek istediğini hala anlayamadıklarını söylüyorlar. Onlardan birkaçı Suudilerin hedefinin Lübnan’da bir iç çatışma hatta iç savaş çıkarmayı hedeflemiş olabileceğini reddetmedi.
Hariri Suudileri ikna ettiğini sanıyordu
Bazı yetkililere göre Hariri, Ekim sonlarına doğru Riyad’a gitti ve Suudileri Lübnan’daki siyasi çıkmazı aşmak için Hizbullah ile uzlaşmak gerektiği konusunda ikna ettiğini düşündü.
O, Beyrut’a döndükten sonra Suudileri sakinleştirmek amacıyla bazı aracılar vasıtasıyla Hizbullah Lideri Hasan Nasrullah’tan konuşmalarında Suudilerin yıkıcı savaşlarına çok fazla değinmemesini ve özellikle de Prens Muhammed ile ilgili sert sözlere çok fazla yer vermemesini istedi.
Hariri, 13 Kasım’da İranlı üst düzey yetkililerden Ali Ekber Velayeti ile Beyrut’ta görüştü ve İran ile Lübnan arasındaki işbirliğini övdü. Belki de bu durum Suudiler için son darbeydi.
Lübnanlı bir yetkili dedi ki (Velayeti ile görüşmenin üstünden) birkaç saat geçtikten sonra Hariri, Suudi Kralından şu içerikte bir mesaj aldı: “Hemen şimdi gel.” Lübnanlı Analist Johny Manair’in dediği gibi başbakan prensle çölde bir gün geçirmek üzere davet edilmişti.
Hariri: Durum, düşündüğünüzden daha kötüydü
Ama Riyad’a gidince Suudi yetkililer, Hariri’yi evine götürdüler ve ona prensi beklemesini söylediler. O, akşam saat 6’dan gece saat 1’e kadar bekledi fakat kimse gelmedi.
O, ertesi sabah prensle görüşmesi için çağrıldı. Kraliyetin protokol konvoyundan eser yoktu. Bunun üzerine Hariri kendi özel aracına bindi ve prensle görüştürülmediği gibi ona oldukça da kötü davranıldı.
Lübnanlı yetkililer, onun gidişinden Riyad’da istifasını açıklamasına kadar olan uzun süreyi ‘kara kutu’ diye niteliyor. Onlar, ayrıntıları açıklaması için Hariri’ye baskı yapmak istemediklerini söylüyorlar. Bu yetkililerden biri diyor ki “Bu soru ona sorulduğunda, Hariri masanın altına baktı ve ‘durum sizin düşündüğünüzden de kötüydü’ dedi.”
Suudi Arabistan, Hariri’ye baskı yapabileceği birçok şeye sahipti. 250 bin ya da daha fazla Lübnanlı işçiyi sınır dışı etmekle tehdit edebilirdi. Lübnan ekonomisine zarar verebilirdi. Hariri’nin kendisi aynı zamanda Suudi vatandaşı olduğu için bu ülkedeki geniş çaplı ticarini ve doğrudan kendisini tehdit edebilirdi. Bir Arap diplomat, Hariri’nin Suudiler tarafından yolsuzluk suçlamasıyla tehdit edildiğini söyledi.
Bir yetkilinin ifadesine göre Lübnan Başbakanı, istifa konuşmasını Prens Muhammed bin Salman’ın çalışma ofisinin yakınlarındaki bir odada okudu. Birkaç saat sonra da Suudi yetkililer yolsuzlukla mücadele tutuklamalarına başladılar ve Hariri’nin eski ortaklarından iki kişiyi tutukladılar.
Lübnanlı yetkililerin ve Batılı diplomatların dediğine göre Suudiler, başbakanın istifasından sonra Lübnan’da Hizbullah karşıtlarından kapsamlı bir halk desteği oluşmasını bekliyordu. Ama bunun yerine Lübnan şüphe ve tereddütle tepki verdi. Hiç kimse sokaklara dökülmedi. Hizbullah’ın müttefiki olan Cumhurbaşkanı Mişel Aun, Harri’nin istifasını kabul etmedi ve istifanın ancak onun kendisi tarafından sunulması halinde kabul edeceğini söyledi.
Mişel Aun Hariri’nin tutuklu olduğunu anladı
Hariri saatler boyunca ortadan kayboldu. O, ilk telefon görüşmesini Cumhurbaşkanı Mişel Aun ile yaptı. Cumhurbaşkanı Mişel Aun, Hariri’nin özgürce konuşabilecek durumda olmadığını fark etti. Bunun üzerine Lübnanlı yetkililer, bu muammayı Batılı diplomatlara açmaya başladılar: Bizim başbakanın tutuklu olduğu konusunda delillerimiz var.
Yetkililerin dediğine göre Hariri, daha sonra kendine ait bir misafirhanede Suudi muhafız güçlerinin gözetimi altında tutuldu. Eşiyle ve çocuklarıyla görüşmesine izin verilmedi. Daha sonra birkaç Batılı diplomat onunla görüştü. Görüşmelerinde iki Suudi muhafız da hazır bulundu. Batılı diplomatlar Suudi muhafızların odadan çıkmasının mümkün olup olmadığını sorduklarında Hariri buna olumsuz cevap verdi.
Lübnan İç İstihbarat Başkanı General Abbas İbrahim, bir ülkenin başbakanının yabancı bir ülke yetkilileri tarafından istifaya zorlanmasına inanamayan yabancı diplomatlara şöyle dedi: “Çok basit, ben iki asker getirir sizi televizyona götürürüm ve siz orada ülkenizden nefret ettiğinizi söylersiniz.”
Suudi projesi: Hizbullah’a karşı “Sünni Direniş”
Lübnanlı bir üst düzey yetkili dedi ki: Lübnanlı bir Suudi müttefiki, Filistin mülteci kamplarından birindeki cihatçı gruplardan Hizbullah’la savaşmak üzere bir ‘Sünni Direniş’ grubu kurmalarını istedi.
Fransa, Amerika, Mısır ve diğer bası ülkeler tarafından başlatılan diplomasi sonunda Hariri’nin Suudi Arabistan’dan ayılmasına ve Lübnan’a geri dönmesine izin verildi.
Lübnanlı yetkililer ile Arap ve Batılı diplomatların dediğine göre Prens Muhammed bin Salman onu, şu görevle Lübnan’a geri gönderdi: Savaşçılarını Yemen’den çekmesi için Hizbullah’a baskı yapmak.
Batılı ve Arap diplomatlar diyor ki Muhammed bin Salman’ın bu isteği, onun “Suudilerin Vietnam’ı’ diye nitelendirilen Yemen konusunda doğru bir bilgiye sahip olmadığını gösterdi.
Batılı bir Diplomat, Hizbullah’ın Yemen’de sadece 50 savaşçıya sahip olduğunu, İran’ın Husilere eğitim verip yardım göndererek daha büyük bir role sahip olduğunu söyledi.
Riyad, bu karışıklıktan hiçbir şey elde edemedi. Lübnanlı yetkililer şu an Hizbullah ile uzlaşma çabası içindeler. Bu uzlaşma da muhtemelen Hizbullah’ın Suudi Arabistan’a yönelik sert söyleminin azaltması ve Beyrut’taki Husileri destekleyen bir TV kanalının kapatılmasını içeriyor.
Sayın Hariri’nin Riyad’ı yeterince teskin edip edemediği henüz bilinmiyor. Son olarak Sayın Nasrullah konuşmalarında Prens Muhamed bin Salman’a yönelik sert eleştirilerini çıkardı ve Yemen’de müzakere ve barış yapılmasını istedi. Bu, çok önemli bir adım.”