Suudiler`in tarih mirasına yönelik korkunç yıkımları, Peygamberi ve hatta dinin kendisini dahi `put` ilan etme noktasına varan Vahabi inanışına dayanıyor. Öyle ki 1802’de, Emir Abdülaziz’in oğlu Suud’un kumandasında Kerbela’da Aşura matem merasimine, Müslümanların üzerine saldırdılar. Bir rivayete göre 2000, bir başka anlatıma göre 10 bin Şii bu saldırıda öldü. Hz. Hüseyin’in türbesi yağma oldu. Kerbela yandı, yıkıldı, tarihte bir kere daha mateme büründü.
Vahabiler durmadı, Mekke ve Medine’yi ele geçirip Hz. Muhammed`in ailesinin ve İslam büyüklerinin mezarlarını tahrip ettiler. Tüm bunlar üzerine Osmanlı Padişahı İkinci Mahmud döneminde duruma müdahale edildi. Padişah tarafından sapkın ilan edilen bu teröristler ve liderleri İstanbul`a getirilerek asıldı. Vahabi mezhebi, 1744 yılında Arabistan çöllerine hakimiyet kurmak isteyen Muhammed Bin Suud liderliğindeki Suudi kabilesi ile onun akıl hocası Muhammed İbn Abdül Vahab arasındaki anlaşmayla yayılmaya başladı.
Kur`an`ın bile ancak kendi yorumlarına göre okunmasına izin veren, ibadet etmeyen vatandaşlarına ölüme varan cezalar uygulayan, kadınların sosyal hayatta hiçbir varlık göstermesine izin vermeyen, kendileriyle aynı inancı paylaşmayan Müslümanlar`ı bile `kafir` ilan eden Vahabi mezhebi, sırtını milyarlarca dolar değerindeki petrol rezervlerine ve Hac ticaretine dayıyor. 2000 yılında Afganistan`daki binlerce yıllık Budist heykellerini yıkmaları için Taliban`a maddi yardım gönderen Vahabiler `İslamcı terör` yaftası yapıştırılarak bütün Müslümanlar`ı töhmet altında bırakan dalganın da finansörü ve ideoloğu.
İngiliz İcadı
İngilizler, kendi emelleri doğrultusunda yönlendirdikleri Muhammed Abdülvehhab ve onun kurduğu Vahabilik mezhebi aracılığı ile toplumda İslam adına mevcut olan motifleri çökertmek ve yerine İslamî olmayan ve İslam’ın özünde bulunmayanları koyma hedeflerini gerçekleştirdiler.
Kabir ve türbe ziyaretlerini şirk kabul eden Vehhabiliği resmî mezhepleri olarak benimsemiş bulunan Suud Hükümetinin, Ehlibeyt İmamlarının, İslam büyüklerinin ve sahabelerin kabirlerini tahrif ederek, belirsizleştirmeleri bu hakikatin açık bir misalidir. Zira Müslümanların mukaddes türbeleri ziyaretten hangi şekilde olursa olsun alıkonulması düşüncesi bizzat Sömürgeler Bakanlığı’nın misyoner-ajanlarına dağıttıkları kitaplarda “Müslümanları güçlendiren faktörleri yok etmek için tavsiyeler” bölümünde yer almaktadır.
16. Madde: “Sorunlardan biri de Müslümanların mübarek ve mukaddes türbeleri ziyaret etmeleridir. Bu tür türbelere önem vermenin ve süslemenin bidat ve şeriata aykırı olduğunu, Peygamber döneminde bu teşrifatın bulunmadığını, ölülere ibadet yapılmadığını delilleri ile ispat etmeliyiz. Yavaş yavaş binaların yıkılmasıyla ve bu türbelerin izlerini ortadan kaldırmakla halk bu ziyaretlerden vazgeçirilmelidir…” şeklinde yer almaktaydı.
Türk ve Şii düşmanı
Ne hazin bir tecellidir ki, türbe ziyaretlerini, türbe, kabir ve mescidlerin süslenmesini, buralara isim ve yazı yazılmasını haram ve bidat kabul eden mantığın sahipleri, kendi isim ve nişanlarını bizzat Harem-i Şerif’in kapılarına yazdırmakta bir mahzur görmemektedirler. Bu duruma verilecek enteresan bir misal şudur: Suud Hükümeti muhtelif zamanlarda Ravza-i Mutahhara’da çeşitli genişletme çalışmaları yapmaktadırlar. Kapılarına Bâb-ı Selam esas alınarak çeşitli isim ve İngilizce numaralar verilmişti. Bu faaliyetleri gösterebilmek için Bâb-ı Selam tarafına bir tabela konmuş ve üzerine net ve okunaklı yazılarla şunlar yazılmıştır: “Haremeyn-i Şerifin’in hizmetçisi Kral Fahd b. Abdülaziz 2. Suud genişletmesi sırasında 6. 11. 1984 tarihinde, Cuma günü açılış için burayı şereflendirdi” Diğer yandan Osmanlılar tarafından inşâ edilmiş bulunan Mescid-i Nebi’de Osmanlı’ya ait izlerin silinmesi, yok olması için azami gayret sarf edildiği de gözden kaçmamaktadır. Peygamberimizin namaz kıldığı yerde ikinci bir mihrap yaptıran ve üzerine ismini yazdıran Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı bu mihrap yazılarıyla birlikte beyaza boyanmış ve bakımsızlıktan kirli beyaz halini almış vaziyettedir. Yazı da, mihrap da beyaz olduğundan yazı okunmamaktadır. Bakımsızlıktan yaldızları dökülmüş, yazıların bir kısmı silinmiştir.
Bunun yanı sıra koskoca Mescid-i Nebi’de yalnızca üç adet Osmanlı tuğrası kalmış, diğer hepsi yerlerinden sökülmüştür.
Osmanlı eserleri bu şekilde yok edilir, çürümeye terk edilir, mescid ve türbe süslemeleri bidat telakki edilirken aynı zihniyetin sahipleri kendi isimlerini abideleştirmekten çekinmemektedirler. Demek ki asıl mesele haram veya bidatlerden sakınmak meselesi değil, başka maksatlara hizmet etmek meselesidir.
Sünnî Şiî bütün İslâm dünyası bu türbe, mezar, mezarlık, cami tahribatını şiddet ve nefretle protesto etmiştir. Vahabî uleması(!) bugün bile Resulullah efendimizin (Salat ve selam olsun ona) türbesinin yıkılmasını istiyor. İslâm aleminin büyük ve kahredici tepkisinden korkmasalar bir gün bile beklemezler.
Çağımızın süper bid’atçisi, icazetsiz muhaddis Nasuriddin Elbanî aynı görüştedir. Türbe yıkılsın, Efendimizin mezarı düzlensin… Bugün ülkemizde ve dünyada maalesef petro-dolarlarla Vahabîlik itikadı yayılmaktadır.