Hadisler ışığında…
Bilgi ve Hidayet Allah’a Mahsustur
Muhammed b. Hukeym Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) “bilgi” kimin yaratığıdır? Diye sordum.
Şöyle buyurdu: “Allah Azze ve Celle’nin yaratığıdır, bilginin oluşmasında kulların bir rolü yoktur.”
***
İbn Tayyar Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Şüphesiz Allah Azze ve Celle, insanlara verdiklerini ve onlara öğrettiklerini onların üzerindeki kanıtları olarak öngörmüştür.”
***
Hamza b. Tayyar Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Şüphesiz Allah Azze ve Celle, insanlara verdiklerini ve onlara öğrettiklerini onların üzerindeki kanıtları olarak öngörmüştür.”
***
Hamza b. Muhammed et-Tayyar, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) “Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri apaçık bildirinceye dek tekrar onları sapıklığa terk etmez.” (Tevbe, 115) ayetinin anlamını sordum.
Buyurdu ki: “Onlara razı olduğu ve öfkelendiği şeyleri bildirinceye kadar…
Başka bir ayette şöyle buyurmuştur: ” Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). (Şems, 8) Yani: Ona yapması gerekenleri ve yapmaması gerekenleri öğretti.
Bir ayette de şöyle buyurmuştur: “Biz insana yolu gösterdik. Artık o, ya şükreder veya nankörlük eder.” (İnsan, 3) Yani: Biz ona öğrettik. Artık ya öğrettiğimizi uygular veya uygulamaz.”
İmam’dan bir de şu ayetin anlamını sordum: “Biz, Semûd kavmine yolu gösterdik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler.” (Fussilet, 17)
Buyurdu ki: “Biz onlara öğrettik. Onlar bilerek körlüğü hidayete yeğlediler.”
***
Hamza b. Tayyar Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Allah Azze ve Celle’nin “Ona iki yolu da gösterdik.” (Beled, 10) ayetinin anlamını sordum.
Şöyle buyurdu:
“Hayır, ve Şerri”
***
Ammen Ebu Abdullah’ın (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Bilgi, cehalet, rıza, öfke, uyku ve uyanıklık” Bu altı şeyin oluşumunda insanların bir rolü yoktur.”
***
Bureyd b. Muaviye el- İcli Ebu Abdullah’ın (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Allah’ın kendisini kullara tanıtmadan önce, kulların O’nu tanıması Allah’ın kulları üzerindeki bir hakkı değildir. Kulların Allah’ın üzerindeki hakkı kendisini onlara tanıtması, Allah’ın Kulları üzerindeki hakkı ise her ne zaman kendisini onlara tanıtsa O’nu kabul etmeleridir.”
***
Abdul A’la b. A’yan Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm): “Acaba bir şeyi bilmeyen kimsenin üzerine bir şey farz mıdır? Diye sordum.
Buyurdu ki: “Hayır.”
***
Zekeriya b. Yahya Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Allah’ın kullarından saklı tuttuğu şeylerin ilmi, onlardan kaldırılmıştır. (yani onları yerine getirmek gerekmez.)
***
Hamza b. et-Tayyar, Ebu Abdullah’tan (Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“İmam bana: “yaz” dedi ve bana şunları yazdırdı:
“Bizim sözlerimizden biri şudur:
Allah kullarına verdiklerini ve onlara öğrettiklerini onların üzerindeki kanıtları olarak öngörmüştür. Sonra onlara resul göndermiş ve kitap indirmiştir. Bu kitapta onlara emir ve yasaklar yöneltmiştir. Kitapta namazı ve orucu emretmiştir.
Bir gün Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) sabah namazı vaktinde uykuda kalarak namazı kılamamıştır. Allah ona demiştir ki: “Ben seni uyutuyorum ve seni uyandırıyorum. Uyandığın zaman namazı kıl, insanlar böyle bir durumla karşılaştıklarında nasıl davranacaklarını bilsinler.”
Bazılarının: “Bir insan uykuda kalıp namazı kılmadığı zaman helâk olur.” Şeklindeki sözleri doğru değildir. Oruç da öyle. Ben seni hastalandırıyorum ve ben seni sağlığına kavuşturuyorum. Sağlığına kavuştuğun zaman orucunu kaza et.”
Sonra Ebu Abdullah (aleyhi selâm) şöyle dedi: “Aynı şekilde bütün varlıklara baktığın zaman hiçbir kimseyi darlık içinde göremezsin. Hiçbir kimse göremezsin ki, Allah’ın onun üzerinde bir kanıtı, onun içinde dilemesi olmasın. Ben, insanlar ne isterlerse yaparlar demiyorum.” Sonra şöyle dedi: “Hidayet veren ve saptıran Allah’tır. İnsanlara ne emredilmişse mutlaka kapasitelerinin altındadır. İnsanlara her ne emredilmişse mutlaka onların güçlerinin kapasitesi içindedir. Güç yetiremedikleri hiçbir şeyden sorumlu tutulmazlar. Bunlarla ilgili yükümlülük omuzlarından kaldırılmıştır. Fakat insanlarda hayır yoktur.” Sonra İmam şu ayeti okudu: “Zayıflara, hastalara ve infak edecek bir şey bulamayanlara günah yoktur.” (Tevbe, 91) Böylece yüce Allah bunlardan yükümlülüğü kaldırmıştır. “İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur. Allah bağışlayandır, Rahîmdir. Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde… ” (Tevbe, 92) Bunlar da binek bulamadıkları için yükümlü değildirler.”[1]
***
Abdu’l-Alâ şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) dedim ki: “Allah seni salih kılsın. İnsanların arasına (varoluşlarına) bilgiye ulaşmalarını sağlayan bir özellik yerleştirilmiş midir?”
Buyurdu ki: “Hayır…”
Dedim ki: Bilmekle yükümlü tutulmuşlar mıdır?
Buyurdu ki: “Hayır, açıklama Allah’a aittir “Allah, bir nefse kapasitesinin üzerinde yük yüklemez Allah bir nefse ancak verdiğini yükler.” (Talâk,7)”
Sonra İmam’a: “Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra sakınacakları şeyleri apaçık bildirinceye dek tekrar onları sapıklığa terk etmez ” (Tevbe, 115) ayetini sordum.
Buyurdu ki: “Burada Allah’ın insanlara razı olduğu ve öfkelendiği şeyleri öğrettiği kastediliyor.”
***
Se’dan merfu olarak Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Allah Azze ve Celle kuluna kendi tarafından verdiği nimetinde onun için hüccet ve delil gerekli kılmadıkça ona o nimeti vermez. Allah’ın kendisine ihsanda bulunup, güç verdiği kimseye olan hüccet ve delili, kişinin mükellef olduğu şeyleri yapması ve ondan daha aşağıdakiler içindeki zayıflardan daha zayıf olan onun buna tahammül etmesi. Allah’ın kendisine ihsanda bulunup genişlik verdiği kişiye olan hüccet ve delili ise onun malıdır. Bu kişinin malının fazlalığını fakirlere ulaştırması farzdır. Allah’ın ihsanda bulunup nesebini soylu, çehresini güzel yaptığı kişiye olan hüccet ve delili bunlardan ötürü O’na şükretmesi ve başkalarına karşı küstahlaşmaması, soy ve güzelliğinden dolayı zayıfların haklarına mani olmamasıdır.”
***
Ali b. Ukbe, babasından şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah’ın (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle dediğini duydum: “Şu işi (Ehli Beyt’e bağlılığı)’nızı Allah için yapın. İnsanlar için değil; çünkü ancak Allah için yapılan iş, Allah içindir. İnsanlar için yapılan bir şey de Allah katına yükselmez.
Dininiz hususunda insanlarla didişmeyin. Çünkü didişme kalbin hastalanmasına neden olur. Allah-u Teâlâ, Peygamberi’ne (sallallahu aleyhi ve âlihi) şöyle demiştir:
“Sen istediğini doğru yola iletemezsin; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Kasas, 56) Ve şöyle buyurmuştur: “Sen mi mümin olsunlar diye insanları zorlayacaksın?” (Yunus, 99) Bırakın insanları; çünkü onlar insanlardan öğrenmişlerdir. Siz ise Resûlullah’dan öğrendiniz. Babamın şöyle dediğini duydum:
“Allah Azze ve Celle, bir kulun bu yola (Ehl-i Beyt yoluna) girmesini dilediği zaman, o insan, yuvasına girmek isteyen bir kuştan daha çabuk bu yola girer.”
***
Süleyman b. Halid, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: “Allah Azze ve Celle bir kuluna hayır dilediği zaman onun kalbine nurdan bir nokta yerleştirir, kalbinin algılama cihazlarını açar ve onu doğrultan bir meleği onun başına görevlendirir. Bir kuluna kötülük dilediğinde ise kalbine kara bir nokta yerleştirir. Kalbinin algılama cihazlarını kapatır, saptırıcı bir şeytanı başına görevli olarak diker.” Sonra İmam şu ayeti okudu:
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak[2] isterse onun göğsünü de göğe doğru yükseliyormuş gibi tıkanık yapar.” (En’am, 125)”[3]
***
Ebu Basir, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmektedir:
“İmam’a, bilgi elde edilebilinir mi?” Diye soruldu. Buyurdu ki “hayır.” Denildi ki “O zaman Allah Azze ve Celle’nin yaratığı ve onun bir ihsanı mıdır?” buyurdu ki: “Evet, kulların onda bir rolü yoktur, onlar amelleri yerine getirmekle yükümlüdürler.” Sonra şöyle buyurdu: “Şüphesiz kulların işleri takdiri (ölçülü) bir şekilde yaratılmıştır, tekvini bir şekilde değil. Bunun anlamı ise şudur: Allah Tebareke ve Teâlâ onları yaratmadan önce onların ölçü ve miktarını biliyordu.”
***
Hamdan b. Süleyman şöyle rivayet etmiştir:
İmam Rıza’ya (aleyhi selâm) bir mektup yazarak şu soruyu sordum: “Acaba kulların eylem ve fiilleri yaratılmış mıdır, yoksa yaratılmamış mıdır?” imam cevabında şöyle yazdı: “Kulların eylem ve fiilleri kullar yaratılmadan bin yıl önce Allah Azze ve Celle’nin ilminde mukadder edilmiştir.”
***
Süleyman b. Davut Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:
“Kim bildiği şeylere amel ederse, (onlar) bilmediği şeylere yeterli olur.”
——————————————————————————–
[1] — Şeyh Saduk: İmam Cafer Sadık’ın (aleyhi selâm) ‘Hidayet veren ve saptıran Allah’tır.’ Sözünün anlamı yani aziz ve celil Allah, müminleri kıyamet günü cennette doğru hidayet eder ve zalimleri de kıyamet günü cennetten saptırır. Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip iletir (hidayet eder). (Yunus, 9)” ve şöyle buyurmuştur: “Zalimleri de şaşırtıp saptırır. (İbrahim, 27)”
[2]— Sapıklık özü itibari ile Ona [Allah’a] izafe edilemez. Çünkü O özü itibarî ile kişinin Allah’ın hidayeti ile yönlenmemesidir ki, bu kavram, yokluk anlamı taşır ve eksiklik sıfatıdır. Ancak, bu “hidayet mahrumiyeti,” ilk gerçekleşmesinin arkasından kişide yerleşip onun için ayrılmaz bir sıfat oldu mu, bu sonuç, kişinin sapıklığı hidayete tercih etmesi ve Allah’ın ayetlerini yalanlaması sebebi ile ilâhî tevfiğin ve bağışın kesilmesi anlamına gelir ki, bu anlamda hidayet mahrumiyeti, yüce Allah’tandır, yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de bu sonucu kendine izafe eder. Bu süreç, adım adım kötü akıbete iletme ve mühlet verme şeklinde gerçekleşir. [el-Mîzan, c.8, s.480]
[3] — Şeyh Saduk: Allah azze ve celle bir kulunun günaha düşme kötülüğünü dilerse onun kalbini mühürlemesi, onu saptırması için bir şeytanı ona görevlendirmesi gerekir. Bu işi de sadece o şahsın müstahak olmasından dolayı yapar. Bazen de Allah azze ve celle kulun müstahak olmasından veya kendi fazlından kulunu koruması için bir melek görevlendirir. Allah dilediğini rahmetine mahsus kılar. Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur: “Kim Rahmân’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. (Zuhruf, 36)”