Mansur b. Hazım şöyle rivayet eder:
Ebu Abdullah’a (Cafer Sadık aleyhi selâm) dedim ki: Bir toplulukla münazara ettim ve onlara dedim ki: “Allah, kulları aracılığıyla tanınmaktan yücedir, üstündür, uludur. Bilâkis kullar, Allah aracılığıyla tanınırlar, bilinirler.”
Buyurdu ki: “Allah sana rahmet etsin.”
***
Ali b. Ukbe b. Kays b. Sem’an b. Ebu Rebiyha -Resûlullah’ın azatlı kölesi- şöyle rivayet etmiştir:
Emirül-Müminin’e (Ali aleyhi selâm) soruldu: “Rabbini ne ile tanıdın?”
Buyurdu ki: “Kendini bana tanıttığı ile.”
Denildi ki: Kendini sana nasıl tanıttı?
Dedi ki: “Hiçbir şey Ona benzemez, duyularla algılanmaz, insanlarla mukayese edilmez. Uzaklığında yakın, yakınlığında uzaktır. Her şeyin üstündedir. Bir şey O’nun üstündedir denemez. Her şeyin önündedir; ama Onun önü vardır denemez. Varlıkların içindedir; ama bir şeyin bir şeye girmesi gibi değil. Varlıkların dışındadır; ama bir şeyin bir şeyden çıkması gibi değil. Bu niteliklere sahip olan Allah’ı tenzih ederim. Ondan başkası da bu niteliklere sahip değildir. O, her şeyin başlangıcıdır.”
***
Fadl b. es-Seken, Ebu Abdullah’tan (Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet eder:
Emirü’l-Mü’minin (İmam Ali b. Ebu Tâlib aleyhi selâm) buyurdu ki:
“Allah’ı Allah ile Resulü risalet ile “Ulu’l-emr / yönetici”yi marufu emretmesi, âdil olması ve iyilikte bulunması ile tanıyın, bilin.”
***
Selman-ı Farisî’ye dayandırılan uzun bir hadiste Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve âlih) vefatından sonra Hıristiyanların lideri “Caslik” yüz kişiyle birlikte Medine’ye gelerek Ebu Bekir’e bazı konular hakkında sorular sordu. Onlara cevap veremediğinden onları Emirü’l Müminin’e (aleyhi selâm)yönlendirdiler. Onlar, sorularını sorarak cevaplarını aldılar. Caslik’in sorduğu sorulardan biri de şuydu: “Allah’ı Muhammed’le mi, yoksa Muhammed’i Allah Azze ve Celle’yle mi tanıdın?” Ali b. Ebu Talib(aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Allah’ı Muhammed’le (sallallahu aleyhi ve âlih) tanımadım, bilâkis Muhammed’i yaratıp onda uzunluk ve genişliği meydana getirdiğinde Allah Azze ve Celle’yle tanıdım. Sonra Allah’ın bana vermiş olduğu delil, ilham ve iradesiyle; Allah’ın meleklerine kendisine itaat etmelerini ilham ettiği ve bir şeye benzemediğini ve keyfiyetsiz olduğunu onlara öğrettiği gibi Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve âlih) plânlanarak yaratılmış olduğunu anladım…”
***
Muhammed b. İmran ed- Dekkak, Muhammed b. Yakup b. İshak el Kuleynî’nin[1] şöyle dediğini rivayet eder:
“Allah’ı Allah ile tanıyın…” sözünün anlamı şudur: Allah Azze ve Celle şahısları, renkleri, cevherleri, ayanları yarattı. Ayan dediğimiz: bedenler, cevherler de ruhlardır.
Yüce Allah ne cisme, ne de ruha benzer. Hiç kimsenin, algılayan ve kavrayan ruhun yaratılmasında emir verme ve nedensellik oluşturma gibi bir yetkisi ve niteliği yoktur. Allah, ruhları ve cisimleri tek başına yaratmıştır.
Allah’tan iki benzeme olumsuzlandığı zaman yani bedenlere ve ruhlara benzemediği vurgulandığı zaman Allah, Allah ile bilinmiş, tanınmış olur. Ruha, bedene veya nura benzetildiği zaman ise Allah, Allah ile bilinmemiş olur.
***
Ziyad b. Munzir, Ebu Cafer Muhammed b. Ali el- Bakır’dan (aleyhi selâm) O’da atalarından şöyle rivayet etmiştir:
“Adamın biri Müminlerin Emiri’nin (aleyhi selâm) karşısında ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ı ne ile tanıdın?” İmam (aleyhi selâm) şöyle buyurdu “Azimlerin bozulması ve himmetlerin kırılması ile tanıdım. Himmet ettiğimde (bir şey yapmaya karar aldığımda) benimle himmetim arasına engel girdi. (yani niyet ettiğim şeyi gerçekleştiremedim) Azmettiğimde ise ilâhî kaza muhalefet gösterdi. Böylece gerçek müdebbirin benden başkası olduğunu bildim.” Adam dedi ki: “Hangi delilden O’nun nimetlerine şükrediyorsun?” şöyle buyurdu: “Belâyı benden uzaklaştırdığını ve başkasını onu müptelâ ettiğini gördüğümde bana nimet verdiğini anladım ve ona şükrettim.” Adam dedi ki: “Neden O’nunla görüşmekten hoşlanıyorsun?” buyurdu ki: “Benim için meleklerin, resullerin, enbiyaların dinini seçtiğini gördüğümde bildim ki bunlarla bana ikramda bulunarak beni unutmamış. Dolayısıyla O’nunla görüşmeyi seviyorum.”
***
Zeyd b. Ali babasından Musa b. Cafer’in (aleyhi selâm) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bir topluluk İmam Cafer Sadık’a (aleyhi selâm) şöyle dediler: “Bizler dua ediyoruz, ancak dualarımız kabul olmuyor.” Buyurdu ki: “Çünkü sizler tanımadığınız birine dua ediyorsunuz.”
***
Hişam b. Salim şöyle rivayet etmiştir:
İmam Sadık’a (aleyhi selâm), “Rabbini neyle tanıdın?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Azimlerin bozulması ve himmetlerin kırılması ile tanıdım. Azmettim azmim bozuldu ve himmet ettim himmetim kırıldı.”
***
Hişam b. Salim, şöyle anlatıyor:
Muhammed b. Numan el-Ahvel’in huzurundaydım. Bir adam kalkarak ona şöyle dedi:
“Rabbini ne ile tanıdın?”
Dedi ki: “O’nun yardımı, irşadı, tanıtması ve hidayeti ile tanıdım.” Sonra onun yanından ayrıldım. Yolda Hişam b. Hakem’le karşılaştım. Ona dedim ki: “Eğer birisi bana Rabbini ne ile tanıdın diye sorsa ona ne diyeyim?” dedi ki: “Eğer birisi sana ‘Rabbini ne ile tanıdın’ diye sorsa şöyle de: “Allah Celle Celaluhu’yu kendimle tanıdım. Çünkü kendim, bana her şeyden daha yakındır. Nefsimin parçalarının bir araya toplandığını ve eczalarının oluşturulduğunu, aşikâr terkibini, sağlam yapısını, değişik şekil ve tasvirlerle yapıldığını gördüm. Eksiklikten sonra artış, artıştan sonra eksiklik vardır onda. Onun için çeşitli duyu organları ve görmek, duymak, koklama, tatma, dokunma gibi birbirinden farklı organlar inşa etmiştir. Bunlar zayıflık, eksiklik ve aşağılık ölçüsüne göre plânlanmıştır. Bunların hiç biri diğerinin idrak ettiğini idrak edemez ve ona güç yetiremez. Ona olan faydaları kendisine çekmekte ve gelebilecek zararları defetmekte acizdir. Vücudun oluşturan olmadan oluşması ve şekil veren olmadan bir şeklin oluşması akıl açısından imkânsızdır. Bunlardan onları yaratan bir yaratıcının olduğunu ve şekil veren bir şekil vericinin olduğunu, ama onlardan tüm yönlerden farklı olan birinin olduğunu anladım. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? (Zariyat, 21)”
***
Hişam b. Hakem şöyle rivayet eder:
Ebu Şakir ed- Deysani bana dostundan benim için izin alabilir misin? Bir sorum var gerçekten onu bir çok ulemaya sordum, ama beni kani edecek bir cevap alamadım. Dedim ki: Onu bana diyebilir misin? Şayet yanımda seni ikna edecek cevap vardır.”
Dedi ki: Onu Ebu Abdullah’a söylemek hoşuma gider. İmam Cafer Sadık’tan (aleyhi selâm) onun için izin aldım. Geldi ve O’na dedi ki: size soru sormama izin verir misiniz?” Buyurdu ki: her ne istersen sor.
Dedi ki: “Senin yaratıldığına dair ne delil vardır?” Buyurdu ki: “Kendimi iki hal üzere buldum: Ya ben kendimi yarattım ya da başka birisi beni yaratmıştır. Eğer ben kendimi yarattıysam şu iki halden biridir: Ya (önceden de) vardım veya kendimi var ettim. Eğer önceden var idiysem ve kendimi vücuda getirdiysem, kendimi vücuda getirmeme bir ihtiyaç yoktur. Eğer yok idiysem, senin de bildiğin gibi yok olan bir şey, bir şey vücuda getiremez. O halde üçüncü bir şık geçerlidir. O da şu ki benim bir yaratıcım vardır ve o da âlimlerin rabbi olan Allah’tır.” Cevap karşısında hayrete düşen Ebu Şakir kalkıp gitti.”[2]
KAYNAKLAR
1- Usul-u Kâfi’nin yazarı.
2- Şeyh Saduk (r.a) konu hakkında şöyle buyuruyor: Bu babdaki doğru görüş ‘Allah’ı Allah’la tanıdık” görüşüdür. Zira eğer biz O’nu aklımızla da tanımış olsak o da Allah azze ve celle’nin bize bir bağışıdır. Eğer Allah azze ve celle’yi enbiyaları, resulleri ve hüccetleri aracılığıyla tanımış olsak, onları bize gönderen ve hüccet karar kılan yine kendisidir. Eğer Allah azze ve celle’yi kendi aracılığımızla tanımış isek onu oluşturan Allah azze ve celle’dir ve dolayısıyla O’nun aracılığıyla O’nu tanımış oluruz. Hz. İmam Sadık (aleyhi selâm) bu konu da şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah olmasaydı biz tanınmazdık ve eğer biz olmasaydık Allah tanınmazdı.” Bu sözün anlamı şudur: Eğer Allah’ın hüccetleri (İmamlar) olmasaydı Allah bilgi üzere hakkıyla tanınmazdı ve eğer Allah olmasaydı hüccetler tanınmazdı. Kelam ilmi mensuplarından birinin şöyle dediğini duydum: “Eğer bir kişi bir çölde dünyaya gelir ve onu doğru yola iletip irşat etmeyen kimseyi görmeden öylece büyürse ve aklederek gök ve yere bakarsa onu gök ve yerin yapıcı ve oluşturucu olduğuna hidayet eder.” Ona dedim ki: “Böyle bir şey olmadı ve olmayan bir şey için eğer olsaydı nasıl olurdu demenin bir anlamı yoktur. Eğer böyle bir şey olsaydı o kişi kendisi için Allah’ın hücceti dışında bir şey olmazdı.
Bazı enbiyaların kendileri için, bazılarının kendi aile ve çocukları için, bazılarının mahalleleri için, bazılarının kendi şehirleri için, bazılarının da tüm insanlık için gönderildikleri gibi olurdu. Hz. İbrahim’in (aleyhi selâm) önce Zühre (yıldızına) sonra aya ve daha sonra da güneşe bakarak onların battığını gördüğünde: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” demesinin sebebi onun peygamber, ilham olunan ve gönderilen olduğundan dolayıdır. Onun tüm sözleri Allah azze ve celle’nin ona olan ilhamıyla gerçekleşmiştir. Allah azze ve celle’nin: “İşte bu, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir. (En’am, 83)” sözünün anlamı budur. Herkes İbrahim (aleyhi selâm) gibi değildir. Eğer tevhid düşünce vesilesiyle Allah’ın talimi ve tanıtmasına ihtiyaç duyulmadan bilinseydi, Allah azze ve celle nazil ettiği şeyleri nazil etmezdi bu sözünde olduğu gibi: “Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. (Muhammed, 19) ve Allah’ın bu sözü: “De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur. (İhlâs Suresi)” ve yine Allah’ın bu sözü: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O’nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O’dur. İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur). Gözler O’nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 101-103)” ve yine “Haşr Suresinin” sonu ve “tevhid” hakkındaki öteki ayetlerin hepsi buna delalet etmektedir.