Alevîlik; Hz. Ali’nin velâyetiyle başlayarak, günümüze kadar gelmiş olan bir inanç sistemidir. Bu sistem çeşitli zamanlarda ve yerlerde mitolojik anlamlar yüklenerek îzâh edilmeye çalışılmıştır. Kimileri bu inancı mistik bir geleneğe, kimileri mitolojik bir inanca, kimileri İslâm öncesi Şamanizm ve eski Türk yaşantılarına, kimileri de günün siyâsî anlayışına uygun gelecek tarzda sosyalizme, ateizme, hümanizme, demokrasiye, laisizme… vs. dayandırdılar. Buradan yola çıkılarak ortaya konulan; Anadolu alevîliği (!), Anadolu müslümanlığı (!), Türk alevîliği (!), Türk müslümanlığı(!) vs. (her ne demekse) deyimleri ise insanın tüylerini diken diken eden ve buram buram ırkçılık-faşizm kokan bir anlayışı sergilemektedir. Aklı başında hiç bir insanın, ne Alevîlik ve ne de Sünnîlik adına bu tür yaklaşımlara onay vermesi düşünülemez. Bu zihniyeti benimseyenlerin de (kusura bakmasınlar ama) Allâh’ın dîni olan İslâm ile bir ilişkileri yoktur. Bunlar ne gerçek Alevîdirler, ne de gerçek Sünnî’dirler. Olsa olsa kendini bilmez, ilimden yoksun, ırkperest şovenist kimselerdirler.
Herkesçe bilinmektedir ki; Alevîlik, kendi orijinalliği ile gerçek ve arı-duru olarak “İmâm Ali’nin İmâmet ve Velâyetine inanmaya” dayanmaktadır. Ve Alevîlik asırlar boyu bu Velâyet anlayışına yönelik baskı ve saldırılara karşı direnmiş, mücâdele etmiştir.
Evet… Alevîlik siyâsî atmosferde şekillenen hiç bir “izm” le îzâh edilemeyecek kadar açık, net ve köklü bir inançtır. Bu inancın temelinde Kur’ân ve Ehl-i Beyt’in ayrılmazlığına inanç ile, İmâm Ali’nin tüm şer-şeytânî düzenlere karşı verdiği kutsal mücâdele ve bu mücâdelenin devâmını sağlayan İmâmet anlayışı yatmaktadır.
Alevîlik, târih boyunca tüm değerlerini Kur’ân’dan, Hz. Peygamberden (s.a.a.) ve Oniki İmâm’ların (a.s.) öğretilerinden aldığı içindir ki İslâm ile özdeşleşmiş, “ÖZ İSLÂMÎ YOL” olmuştur.
Zaman zaman bu kutsal inanç üzerinde İslâm’ın açık ve gizli düşmanları büyük ve saptırıcı hesaplar yapmaktadırlar. İmâm Ali’nin (a.s.) tüm şîarlarını ve misyonunu içeren Alevîlik, siyasal kavramlara, geleneksel ve yöresel anlayışlara hapsedilerek, kültürel bir olay izlenimi verilip, evrensellik anlayışından uzaklaştırılmak istenmektedir. Bu tür saptırmalara gerek görsel basında, gerekse yazılı basında sıkça rastlamak mümkündür. Özellikle İslâm düşmanlarının bu konuda yoğunlaşmalarının sebebi, Alevîliği öz membaı olan “Muhammedî İslâm” anlayışından uzak tutmak, Kur’ân’a ve Ehl-i Beyt’e yönelmeyi engellemektir. Çünkü şeytânın yandaşları iyi biliyorlar ki Alevîliğin rehberleri olan Oniki İmâm’lar her türlü beşerî nizâm ve şer düzenlerinden uzaktırlar ve hayatları da bu tür sistemlerle mücâdele içinde geçmiştir.
Yine şeytânın askerleri biliyorlar ki, Ondört Masum (a.s.), ilahî inancı hayatlarının tüm zerrelerinde yaşadılar ve bunu yaşatma mücâdelesi verdiler.
Alevîler, yüzyıllardır toplumsal olarak sosyal, ekonomik ve psikolojik baskı altında ezildiler. Artık Alevîler gerçek kimliklerini sorgulamaya başlamışlardır. Bu sorgulama esnâsında yıllarca kendilerini çeşitli baskılar altında tutan tüm siyâsî, örfî ve idârî mekanizmaları aşarak, bugün kimliklerini ve inançlarını muhâfaza etmeyi ve yaşamayı amaç edinen Alevîler, bu dönemlerde serbest düşünme güzelce araştırma ve öz inançlarına yönelme kulvarına girmiş ve öze dönüş başlamıştır.
Alevî kimdir?;
Bu bilgiler ışığında diyoruz ki;
ALEVÎ; Yüce Allâh’ın (c.c.) son Peygamberi Hazreti Muhammed’in (s.a.a.), ümmetine emânet olarak bıraktığı Kur’ân ve Ehl-i Beyt yolunda en derin aşk ve sarsılmaz bağlılıkla yürüyen yol ehlidir.
ALEVÎ; Hz. Peygamberimizin , kendisi için; “…dünyâ ve âhirette kardeşimsin…” buyurduğu İmâm Ali’ye candan bağlı olan ve O’na benzemeye çalışan kimsedir.
ALEVÎ; İmâmet ve Velâyet mayasıyla yoğrulan kâmil bir mümindir.
ALEVÎ; İmânını, ahlâkını, düşüncesini, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, helâlı-harâmı, kini-sevgiyi, yaşamı, ibâdeti, namâzı, niyâzı, cemi, cemâati, aşkı, muhabbeti… kısaca her şeyini, Hazreti Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynelâbidîn, Hz. Muhammed Bâkır, Hz. Cafer Sâdık, Hz. Mûsâ Kâzım, Hz. Ali Rızâ, Hz. Muhammed Takî, Hz. Ali Nakî, Hz. Hasan Askerî ve Hz. İmâm Muhammed Mehdî’ den (Allâh’ın selamı ve rahmeti onlara, laneti de düşmanlarının üzerine olsun.) öğrenen, kabullenen ve yaşamına aktarandır.
ALEVÎ; “Hablullâh” (Allâh’ın ipi) olan Kur’ân-ı Kerîm ve Ondört Masûm’a kalben, kavlen ve amelen sımsıkı sarılandır.
ALEVÎ; Muhammed (s.a.a.), Ali’nin (a.s.) nûrundan nasiplenendir.
ALEVÎ; Halk içinde Hakk’ı, yol içinde Yol’u, can içinde Cân’ı bulandır.
Ve’l-hâsıl…
ALEVÎ;
“Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resûlullâh, Aliyyün Veliyyullâh” ı kalben ve kavlen tasdîk edip, bunun gereklerini amel ile de tatbîk edendir.[1]
Ehl-i Beyt’in pîri; Hz. Muhammed @’dir.
[1] Alemdâr (Ehl-i Beyt) takvimi 1997, Ali İrfan: Alevî ve namaz.